İnsan doğası gereği abartmaçtır. Söylemleri ve eylemleri ne kadar farklıysa(!) kendi bilişsel dünyasında o derece tatmin olur. Ve kabul edelim ki diğer insanların nazarında -sizin lehinize- hiç de azımsanmayacak olumlu katkılar yapar bu durum. Basit anlatımlar kesmez bizi. Var olanı, allandıra pullandıra anlatalım derken, var olduğundan farklı bir formata sokmadan ağzımızdan çıkaramayız bir türlü. Benim nazarımda Amelie'yi farklı kılan belki de en önemli faktör burada devreye girdi. Hem de henüz filmin açılış sahnesinde. Biliyorsunuz spoilersiz yazıyorum film yazılarını ama filmin başı olduğundan spoiler sayılmaz diyerekten giriş kısmını alıntılamak istiyorum. Şöyle başlıyor film; ''3 Eylül 1973'te saat 6'yı 28 dakika 32 saniye geçe, dakikada 14.670 kez kanat çırpabilen, mavi bir sinek Monmartre'da, St. Vincent sokağına kondu.
Aynı saniyede bir restoranın terasında masa örtüsünün altından süzülen rüzgarla dans eden bardakları kimse fark etmiyordu. Yine aynı anda, 9'uncu bölgede Trudaine caddesi 28 numaranın 5'inci katında Eugene Coliere, en iyi arkadaşı Emile Maginot'nun cenazesinden döndükten sonra ismini adres defterinden sildi. Aynı anda Raphael Poulain'e ait olan bir X kromozomlu sperm Amandine Fouet Poulain'e ait olan bir yumurtayı dölledi. Dokuz ay sonra Amelie Poulain doğdu.''
O kadar yalın, o kadar basit şeyler ki bunlar: hepimizin süslemekten harap düştüğümüz basit yaşamlarımızın atom parçacıkları ve her an olmakta olan şeyler... Özellikle bardakların dans etmesine kimsenin şahit olmaması durumuna ayrıca dikkat çekmek isterim. Üzerine uzun uzadıya düşünülesi şeyler. Bence filmi izleyin ve bu tahayyül fırsatını kaçırmayın.
Film her şeyden önce kesinlikle ezber bozan familyasından. Daha önce izlediğim
Big Fish ve
Pan's Labyrinth gibi bu film de bazı insanların bozulmamış
özlerini konu ediyor. Bir başka deyişle büyüdükçe içinde yaşadığımız toplumların bizlere dayattıkları kurallar manzumesine, fütursuzca isyan bayrağını açan o şanlı
kişilik neferlerini. Bunu yaparlarken, belki de sinemayla gerçek hayatlarımızın en fazla kesiştiği alanı kullanıyor bu tür filmler: masalı.
Hangimiz küçükken algıladığımız her şeyin, tamamen bizimle alakalı şeyler olduğunu düşünmedi ki? Tüm dünya bizi izlemiyor muydu? En sevdiğimiz yakınlarımızın başına kötü bir şey geldiğinde hangimiz kendimizi sorumlu hissetmedi? Buna en iyi örnek örnek boşanan aile çocuklarıdır sanırım. Allah kimsenin başına vermesin, hep kendilerini suçlamazlar mı bu tip çocuklar?
Yıllar geçtikçe birçoğumuz atlatır bunları. Dünyayı bizden bağımsız algılamaya başlarız. Periler-sihirler yoktur artık, büyü bozulmuştur. Çünkü bilinçlenmişizdir! Belki de dünyanın son yıllarda neden bu kadar çirkinleştiğinin cevabı o kadar da uzakta değildir. Belki bilinç adı altında keskin bir bilinçsizlik, sonsuz bir sorumsuzluk pompalanıyordur dimağlarımıza. Sözle büyüdün deyip üstümüzden tüm sorumluluğu alan bu yüzyıl söyleminin az(!) da olsa kabahati yok mu, günümüz çıkmazlarının oluşumunda?
Çok gariptir büyümek denen şey. En ufak aksaklığı bile kendinden bilip düzelmesi için kendince elinden geleni ardına koymayan çocuklar, büyüdüklerinde bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı olurlar. Bu değişime, garipten farklı yapabileceğim tek tanım hazin oluyor bu durumda. Gerçekten de çok dramatik şu büyümek denen şey. Film bunları çağrıştırdı bendenize. Bu açıdan bakınca var olan noksanları bile tuzla buz oluyor Amelie'nin.
Filmin yönetmeni ve senaristlerinden
Jean-Pierre Jeunet'in izlediğim ilk filmi oldu Amelie. Biran önce diğer filmlerini de izlemek için can atıyorum. Film bittikten sonra cast akarken ayaklarım hala havalardaydı, o derece sevdim filmi. Eline-koluna-aklına sağlık Jean'ım

Filmin müzikleri ise efsane. Bazı filmler vardır müzikleri olmamış olsalardı, kendileri de olmazlardı. Bu film kesinlikle onlardan. Hepimizin bildiğini varsaydığım
JY Suis Jamias Alle melodisi filme inanılmaz ruh katmış. Her sahneyle neredeyse özdeşin kralını kurmuş. Filmi izlerken masalımsı anlatım bir yandan, bu mükemmel müzik bir yandan var güçleriyle içinizi kıpır kıpır ettiriyorlar. Filmi izlemek de şart değil, hemen dinleyin bu melodiyi. Ben şahsen filmi henüz yeni izleyebildim ama
Yann Tiersen'in müdavimlerindenimdir. Hatta kötü bir anımız da var şahs-ı manevileriyle. Lise sondaydım.
İstanbul Film Festivali çatısında Yann Tiersen konser verecekti. Bilete param yetmeyince, bileti olanları yoklamaya başladım. Yoklama dediysem bildiğiniz taciz

Uzun uğraşlar sonucunda normal bilet parasının yarısına, gidemeyecek bir arkadaştan aldım biletini. Heyecanlı heyecanlı konser tarihini beklemeye koyulduk. Hatta daha lise çocuğu olmamıza rağmen İstanbul'dan ev de ayarladık o gece kalmak için. Ama gelgelelim konser iptal oldu. Buna rağmen hiç kızmamışımdır Yann'a, sırf bu gibi bir melodiyi insanlığa kazandırdığı için. Abartmak kötüydü değil mi
Bir de değinmezsen çatlayacağım şu mevzu var.
Sagopa'nın
Romantizma albümündeki
Baatıl Rhyme parçasının sonundaki skit bu filmdenmiş meğer. İzlerken ağzım kulaklarıma vardı duyunca. İlgili skit şöyleydi: ''Aaah evet evet bu sözcüğü seviyorum; başarısız? İnsanın kaderi bu? Başarısızlıktan başarısızlığa? Basit bir taslaktan öteye gidemezsin?
Hayat asla sahnelemeyecek bir oyunun sonsuz tekrarından ibaret.''
Ve-l hasıl izleyin abiler/ablalar bu filmi. İzleyin ve önceliği en yakınlarınıza vermek kaydıyla izletin. Hani ''bu notu 7 kişiye dağıtmazsan öl-geber-yok ol'' tipli metinler var ya. Onun gibi olsun bu film. Hadi 7 değil de 1 olsun ama illa yayın. Yaymayan sinemadan zevk alamasın tamam mı
