7 Aralık 2010 Salı

The Ghost Writer (2010) - Bilirsen Ölürsün!!!


Son zamanlarda izlediğim fimlerde hep yanlış tercihler yaptım. İzledikten sonra hiçbiri hakkında en ufak bir şey bile yazmak istemedim. Baktım olacak gibi değil kenara kaldırdığım izleme listemi gündemime aldım ve ne oldu dersiniz; dakika bir gol bir.

Filmin ismi bir hayli dikkat çekici benim için. Biliyorsunuzdur birçok yazı, aslında yazmayanlar tarafından sahiplenilir bu garip dünyada. Amerikan Başkanı bir konuşma yapar, herkes ''vayy beaa, adama bak ne konuştu ama'' der. Halbuki o sadece iyi bir hatiptir. Dünyayı tanıyan, kalemi çok güçlü bir yazar tarafından yazılmış konuşma metnini yalayıp yutmuş bir öğrencidir sadece.

Dünyanın adaletsizliğine çok güzel bir örnektir aslında gölge yazarlık. Yapan-eden-üreten değil de onu cilalayıp-satan kapar tüm alkışı-geliri-vesaireyi. İsimsiz kahramandırlar bir bakıma bunlar. Nasıl içlerine sindiriyorlarsa artık böyle bir şeyi..?

Filmin ana teması çok güçlü olmasına rağmen garip bir eksiklik var filmde ama şahsen bu eksikliği bulabilmiş değilim. Var, hissediyorsunuz ama nedir bilmiyorsunuz. Bu bakımdan filmin ismiyle güzel bir uyuma sahip gibi bu eksiklik, tıpkı filmde bilinçli yapıldığı belli olan yazarın isimsizliği gibi: ''bir yazar var adı nedir bilinmiyor.''

Öncelikle uyarmış olayım, eğer politik filmlerden hoşlanmıyorsanız sevmeyeceğinize garanti verebilirim. Filmin politik-gerilim olması yetmezmiş gibi, üstüne çok ağır işleyen bir tempoya sahip olması türle arası iyi olmayan izleyiciyi tamamen dışlayan bir atmosfer oluşturmasını sağlamış. Bunun yanı sıra politik filmlerden hoşlanıyorsanız, Alfred Hitchcock filmleri hastasıysanız, dünyayla ilgili az bir şey bilip her şeyi bildiğinizi sanıyorsanız, en ufak siyasi bilgi kırıntısına dünyanın politik sırrının anahtarı muamelesi yapabilecek kişilikteyseniz bu film tam sizlik. (Bunlar iyi özellikler, en azından hiçyoktan iyi özellikler diyelim :))

Film ağır... Karanlık, yağmur ve korku filmlerinden fırlamış otel gibi politik-gerilimin özevlat temalarını da bünyesinde harmanlayarak iyice ağırlaşmış hem de. Film başlar başlamaz, ''ahanda şimdi bir şey olacak, dur dur şimdi olacak, yok dur bu sahne hele bir geçsin ondan sonra olacak'' imajını gayet ustalıkla veren müzikler filmi ayakta tutan neredeyse tek öğe. Anlayacağınız, bu müzikler de olmasa 128 dk bitmeyecek.

Şimdi ''kardeş filmi övüyor musun yeriyor musun, karar ver hele'' diyebilirsiniz. Net bir şey söylemek gerekirse tam benlik bir film. Yaşattığı ''dünyayı kim yönetiyor'' paranoyası bile yeterli filmi izlemek için. Tabii Roman Polasnki çekmiş, Robert Harris'in kitabından uyarlanmış gibi ufak(!) ayrıntıları söylemiyorum bile. Bu arada Robert'ın Pompeii'sinden sonra okuyacak bir kitap daha çıktı bana :)

Hadi bir zahmet oyunculara da değinmiş olalım. Filmi izleyenler belki ''yavv tamam iyi hoş da bu filme bir insan evladı nasıl olur da 35 milyon dolar harcayabilir'' demiş olabilir. Cevap veriyorum, oyuncular yüzünden. Ufak bir Samanyolu gibi filmin castı. Bugüne kadar hiç sevmememe rağmen bu filmle beraber hayran kaldığım Ewan McGregor, bugün ilk sezonunun son bölümü yayınlanan The Walking Dead'in hain-pis ortağı Jon Bernthal, Leverage'yle ayrı bir yere koyduğum Timothy Hutton yetmez gibi en sevdiğim Bond'um Pierce Brosnan, İngiliz aktrist deyince aklıma gelen isimlerden biri olan Olivia Williams castın ana omurgasını oluşturuyor. Bir de ustalara saygı geçidimiz mevcut: Eli Wallach. Sırf Çirkin'imizi bir kere daha görmek için bile izlenir bu film.

Bu arada listem kabarık olmasına rağmen bu filmi tercih etme sebebim, Avrupa Film Ödülleri'nde gövde gösterisi yapmış olması. Alabileceği hepitopu 9 ödül varken, sen git bunların 6'sını al. Haliyle dikkat çekiyor.

İzleyin efendim...

7 / 10

2 yorum:

  1. Takip ediyorum da samimi dilin çok sıcak geliyor. Aynen devam et lütfen.

    Filmi de listemize alalım hemen :)

    YanıtlaSil
  2. Eline sağlık. Hemen izleyelim...

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...