21 Eylül 2011 Çarşamba

11-20 Eylül 2011 Filmleri


2011 yılının en beklediğim popcorn filmleri arasındaydı Hanna. Hızla yükselen 'süpersonic bayan intikamlar' furyasının son temsilcisi gibi algılamıştım fragmanlardan. Öyle de bir filmmiş ama dahası değilmiş ne yazık ki.

Saoirse Ronan, Eric Bana ve hele de Cate Blanchett varken, performans sorunu yaşamayacağı belliydi oyuncu kadrosunun. Filmin bir tek bu yönü üst düzey.

Müzikleri de yabana atılmayacak cinsten olmuş. Tüm film boyunca, durmayan aksiyon sahneleriyle olabildiğince uyumlu müzikler kullanılmış. Eğer amacınız, aksiyon filmi çekmekse, olmazsa olmazlar arasında belki de ilk sırada müzik vardır her zaman. Bu film de bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yapmış.

Bana göre bu tür bir aksiyon filmine nazaran uzun olan süresi göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Kendince başarılı diyebilirim filme. Vakit geçirmek için ideal.

Hanna (2011); 5 / 10



Son yıllarda Hollywood'un konu sıkıntısı çekmesinin belki de en iyi taraflarından biri, gerçek hikayelere daha fazla ağırlık vermeleri oldu. Durduk yere eski yapıtları remakelemekten biraz da olsa alıkoyuldular böylelikle. Hayır, güzel bir filmin yeniden çekimi çıktığında, belki ufak da olsa bir yeni yorum vardır, diye izlememezlik de yapamıyorsunuz. Genelde de bu beklentinin karşılığını alamıyorsunuz. Kötü oluyor :)

Bu film de gerçek hayatı uyarlama deneylerinden biri. Hatta iyi örneklerinden biri. Ama işlediği konunun naifliği puanlamayı ister istemez etkiliyor. Film Xse, duygusallığı en azından X+1 yaptırıyor insana.

Sandra Bullock'un oscar kazanması biraz abartılı. Ben olsam ufaklığa veridim :) Sırf o ufaklık için bile izlenesi bir film. Geç kalmışım!

The Blind Side (2009); 7 / 10



Sinema açısından yaklaşılırsa başka, anlattığı hikaye açısından yaklaşılırsa başka yorumlar yapılır bu filme. Teknik olarak birkaç eksikliği, göze istikrarlı bir şekilde batıyor tüm film boyunca. Ama bir de hikayenin etkileyiciliği var ki...

Her halükarda izlenebilir bir film, ama lütfen bu mesajı doğru filmlerin yapımcıları arasında 'a'bd olmasın. Zira o doğru mesaj, olması gerektiği gibi algılanamıyor, yapımcıların arasında 'a'bd olunca.

Sırf filme yansımadığını düşündüğüm iç çekişmeleri için kitabını da okuyasım geldi. Velhasıl, roman uyarlamalarının zorluğuna bu film de düşmüş. O kadar belli ki, atlandığı. Oldu bittiye gelen birçok karakter değişimi var filmin genelinde. Ki film karakter değişimleri üzerine kurulu!

Puan vermesi zor film ama. Dediğim gibi baktığınız noktaya göre değişiyor. Ben olumlu bakma taraftarıyım. Ve genelde yapmamama rağmen, extra puan veriyorum bu seferlik;

The Kite Runner (2007); 7 / 10



Robert Pattinsoni ne yapsa kendisini bana sevdiremez sanıyorum. Öyle böyle değil, o Alacakaranlık makyajı yok mu..? İnanılmaz soğuk bakıyorum elemana. Gerçi Remember Me filmini izleyince bu algım az da olsa değişecek gibi bir düşüncem var ama bakalım zaman ne gösterecek :)

Eli yüzü düzgün anlatımlı ama hikayesi sade filmlerden Water for Elephants. Uyarlamaların genel handikabına bu film de kurban gitmişe benziyor. Hafif bir The Notebook havası da sezmedim değil. Ama duygusal aktarımı bir hayli zayıf, The Notebook'a göre.

Christoph Waltz'ı görmek bile yetiyor. İnanılmaz bir oyuncu. Geç keşfettik abiyi, ona yanarım :)

Az biraz duygusala bağlayacağım diyorsanız, izlenebilir.

Water for Elephants (2011); 4 / 10



Fazlasıyla sevdim. Tam bir Darren Aronofsky filmi. Öyle çok da övülecek bir hikayesi olmayan ama inanılmaz etkileyici anlatım...

Ölüm üzerine ne dense kabulüm. Ama bu denli metaforla yoğrulmuş, hem de hikaye sarmalı olan kurgular tadından yenmiyor. Ölüm güzeldir be ya!

Keşke film şöyle bir 120-130 dakika olsaydı da, daha bir açılsaydı hikaye. Ama bu şekliyle de olmuş.

Hugh Jackman'ı izlemek benim açımdan ayrı bir keyif. Yaşlanmak çok yakışıyor bu abiye. Bu yaşları daha fazla değerlendirse ne güzel olur.

Rachel Weisz'ı ilk defa bu kadar beğendim diyebilirim. Sanıyorum ki, bu etkenlik kisveli edilgen role daha fazla yakışacak çok az aktris bulunur.

Bu film kaçmaz işte!

The Fountain (2006); 7+ / 10



Seyirciyi aptal yerine koyan, mesaj vereceğim diye belgesel yapmaktan kendini alıkoyamayanlarca çekilmiş filmlerdense bu tür filmler her türlü yeğ. Şu filmden daha iyi hangi film eleştirebilir ki Mussolini'yi... II. Dünya Savaşı'nı...

Filme de ismini veren Melena, sanki Mecdelli Meryem'le neredeyse birebir. Atıf olarak sayılabilecek çok fazla sahne var. Filmin tek eksiği, 'reşit' bir İsa! Bu açıdan, atıfçılık özelliğinden gözüme girdi Melena.

Bu kadarla da kalmıyor. Toplumsal bağnazlığı gözler önüne serme işlevini de bir hayli güzel yerine getirmiş. Üstüne bir de Monica Bellucci var. Daha ne olsun deyip izleyin gitsin :)

Malena (2000); 5 / 10



Bu senenin en sürpriz filmi Benim için. Çok daha düz bir film bekliyordum. Fazlasıyla şaşırttı! Ağır dramlığa ramak kala gülümsetmesi de artı puan. Gerçekten bu kadar güzel olacağını hiç düşünmemiştim.

Jodie Foster'in oyunculuğu bırakmasını talep ediyorum, daha çok film çeksin mümkünse. Bundaki gibi sadece görünüp vursun kaçsın. Oyunculuğunu da severim ama rejisinde gözle görülen bir naiflik var.

Mel Gibson... Her türlü gideri vardır benim için. İstediği kadar dışlansın bu sektörden, istediği kadar o tek düze kırılgan bakışlı oyunculuğunu devam ettirsin, yine de her zaman yeri ayrı olacak. Bir Braveheart kolay gelmiyor arkadaşlar!

Üzerine yazı yazılacak filmler kategorisinde The Beaver. Şöyle tespiti gelenlerin kaçırmaması gereken sınıftan.

The Beaver (2011); 7 / 10



Şimdi söylemeyeyim ama, bir akımın ilk temsilcilerinden bu film. En azından benim en erken zamanlı izlediğim. Onun için normaldeki etkileyiciliği bir nebze azalmış durumda günümüzde. Zira bu tip çok film izledik, sanki biraz da doyduk...

Bunların dışında hem eğlenceli hem akıcı hem komik hem güzel bir film. Paul Newman'ı tek başına bile izlemek keyifliyken bir de üstüne Robert Redford'un gençliği var. Daha ne olsun :) Bu arada Brat Pitt'e inanılmaz benziyor gençliği Robert Redford'un.

Aldatma üzerine kaliteli bir film izlemek isteyenler kapısını çalsınlar The Sting'in. Devam filmi de var ama sanırım izlemeyeceğim. Bu film böyle kalsın aklımda...

The Sting (1973); 7 / 10



Max Manus'a kolaylıkla, türünün -yüksek bütçeli bol yıldızlı olanlar dışında- en iyi filmi diyebilirim. Ne yönetmen-ler-i ne senaristi ne de oyuncularının güçlü bir sinema vurgusu var ama ortaya çıkan iş boylarını aşmış. Hem de tüm kadronun.

Senaristin, filmden hemen sonra ölmesi gayet dokunaklı. 29 yaşında, ilk filminde bu kadar başarılı olup, hayata veda etmek! Hayat bazen olabildiğince iç burkan detaylara sahip...

Başroldeki elemanın (Aksel Hennie) performansı hoşuma gitti. Öyle bir yüze sahip olup, bu tür bir karakter canlandırmak kolay olmasa gerek. Önü açık derim ama bilinen yüksek bütçeli bir iş hala gelmemiş önüne. Bakalım zaman ne gösterecek.

İzlenmeli bir film!

Max Manus (2008); 7 / 10



Ne varsa eskilerde var arkadaş, diyenlerin elini güçlendiren filmlerden biridir Vanishing Point. Başlangıcındaki katışıksız aksiyoner atmosferi, adım adım reel hayata dair göndermelere dönen, aykırı filmlerden...

İzledikten sonra "aha bak şurası böyle, bak bak burası da şöyle" diye tespit manyaklığı yapasınız gelirse, hemen bi el atın bu filme. Zira fazlasıyla pas var, illa birkaçını gol yaparsınız :)

Uncut versiyonunu yeni izledim. Özellikle bir sahne var ki bu versiyonda, ilk izlediklerimden çok daha farklı bir mana katmış filme. Sırf o sahne için bile bir daha, bir daha izlenir.

Aksiyonla da derinlikli film yapılırmış, demek için izleyin.

Vanishing Point (1971); 7 / 10



Goran Dukic'i peşleme hissini feci halde hissettim bu filmde. Abi sen böyle bir film çekersin de nasıl devamını getirmezsin ya HU!?

Çok ince detayları olan, filmi izlerken her şeyden önce zevkten kaç köşe olacağınızı düşündürten enfes bi film. Değeri bilinmeli, böyleleri çok az geliyor. Hele bir son var ki filmde, tekrar tekrar izlemekten alıkoyamıyor insan kendini.

Müzikler bambaşka bu arada. Filmlere can veren parçalar listesinin başına güreşirler kolaylıkla...

Son zamanlarda izlediğim en sıkı filmlerden kesinlikle. Siz, siz olun, benim gibi ertelemeyin bu filmi. En yakın zamanda bir defa daha izlemeyi düşünüyorum.

Wristcutters: A Love Story (2006); 8 / 10
Devamını Oku
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...