İzlediğim filmleri genelde tekrar izlemeyen biri olarak
Batman Begins'i geçenlerde bir kere daha izleyip üzerine bir şeyler yazmıştım. Üçüncü kez izlediğim ilk film olmuştu böylelikle
Batman Begins. Onun verdiği gazla ve
The Dark Knight'ın güzel asistiyle ikinci 3'lüğümü atmış bulunuyorum şimdi. Sanırım film tekrarlamak sandığım kadar kötü bir şey değilmiş.
O yazıda da bahsetmiştim, Batman farklıdır. Superman gibi uçamaz, gözlerinden garip ışınlar saçamaz. Hulk gibi hayvani bir güçle düşmanlarını ezemez. Wolverine gibi ölümcül yaralar aldığında tekrardan iyileşemez. Diğer bilumum süper kahramanlar gibi, suçlulara karşı koyarken iç saha avantajını bilim-kurgu çimleriyle döşenmiş Marvel dünyasıyla değerlendiremez... Bu sebeplerle gayet insani bir biçimde, ''vayy beaa abime bak. Hem insan hem süper kahraman heaa? Seviyorum seni Batman'' repliklerini Tarkanvari ''sen başkasın, bambaşkasınnn'' melodileriyle süsleyip Batman'i ayrı bir yere oturturuz. O yer, bizim yanımızdır. Saygındır ama bizdendir Batman. Superman gibi uçamayacağımızı bildiğimizden -3 yaşındaki çocuklar hariç- kimse Superman olmaya çalışmaz. Ama Batman'in varlığı, kötülükle başa çıkabileceğimizi fısıldar bizlere. Süper güçlerinin olmaması onu bizim idolümüz yapar.
Chistopher Nolan,
Batman Begins'le Batman'in neden ortaya çıktığını, Bruce Wayne'nin nasıl bir değişim geçirdiğini gayet ustaca aktarmıştı. Bu filmden sonra ise ilk filmin, Batman'in iç dünya panaroması olduğunu bir kere daha ama bu sefer daha bir şiddetli anlıyoruz. Çünkü
The Dark Knight'la beraber, durum başka bir hal almış vaziyette. İlk filmde işlenen korku ve adalet kavramlarının yerini belki de en önemli kavramımız olan etik alıyor
The Dark Knight'da.
V for Vendetta yazısında insanoğlunun kaypaklığına az da olsa değinmiştim. Evet insanoğlu kaypaktır. Demokrasi havarisi kesilirken bir anda faşizmin doruklarına ışınlanabilir. Gelişmeleri kendi süzgecinde istediği gibi anlamlandırıp, gelişmeler karşısında takınacağı tutumun sonucu olan kötü şeyleri, istisna dahası gerekli müdahaleler olarak görebilir. Böyle bir kabiliyete sahibiz ne yazık ki. Bir yakınımız hapisteyken kader mahkumu kavramını sahiplenirken, hapishaneyle en ufak ilişkimiz yokken yoldan sapmış zorba olabilir gözümüzde, o potansiyel kader mahkumları. Bu hep böyledir ve hiçbir zaman düzelmeyecektir. İdeal yönetim biçimi sırf bu sebeple imkansızdır. Bu sebeplerle dişlilerinin insanlar olduğu bir çark, ilelebet dönmemekle lanetlenmiştir benim gözümde. İşte film bu derin yaraya dokunuyor, ruhuna işlemiş ikiyüzlülüğüyle.
Hollywood'a hepimiz vururuz. Yok şöyledir, yok böyledir diyerek. Tamamen doğru olmasa da hepten de yanlış değildir bu. Amerikan halkının varoluşuyla doğru orantılı bir toplum mühendisliği illa ki vardır dünyada, özellikle de Amerika'da. En başta var oldukları gibi gelişimleri de hep bir sentetizm kokar bu halkın. Resmen ruhsuzdurlar. Resmen diyorum, çünkü gerçekten bir millet olarak gitmemişlerdir yeni kıtaya. Bu ruhsuzluklarına, bu tarihsizliklerine-geçmişsizliklerine rağmen aşırı bir milletçiliğe sahiptirler ama. Bu durum bile Amerikan halkının nasıl bir mühendislik harikası olduğunu gözler önüne serer. Günümüzde en işlevsel kullanılan toplum mühendisliği silahı da -haliyle- Hollywood özelinde sinemayken, Hollywood'a bu denli kolay sallamamak elde olmayabiliyor çoğu zaman.
The Dark Knight'a bu sinemanın bir temsilcisi demek benim haddim değil, kimsenin olmadığı gibi. Ama bu belirttiğim sinemayla az da olsa kesinlikle aynı rotada buluşan sekansları mevcut filmin; Çin malına yapılan vurgular, elini-kolunu-pelerinini sallayıp koskoca Çin'den adam almalar, Roma tarihiyle bezenmiş demokrasi için özgürlükten vazgeçilmesi gerekliliği üzerine atılan nutuklar, özel hayattan önemsiz bir şeymiş gibi bahsedilen sahneler...
Film, Batman gibi hakkında sürüyle yapım yayınlanmış bir karaktere sahne sahipliği yapınca ister istemez diğer yapımlarla karşılaştırmak zorunlu hale geliyor. Aslında hepsiyle ayrı ayrı karşılaştırma yapmak biraz abes. Zira Tim Burton gibi bir usta varsa rakipler arasında, diğer rakipleri işin içine karıştırmak kanımca biraz saygısızlık olacaktır. Aslında bu girişten sonra ''madem Tim Burton bu denli saygın birisi, ne diye Nolan'la kıyaslama yapıyorsun ki kardeşim'' denilebilir kıyaslama yapanlara. Onların yerine ben cevap vereyim; ellerinde değil. Nolan öyle bir seriye başladı ki Tim Burton'u bile bazı dimağlardan silmeyi başardı. En azından bazı dimağların The Lorf Of The Batman's Directors koltuğundan diyelim. Biraz abartı gibi gelse de ben bu görüşteyim. Çizgi roman aşkı had safhada olanlar buna katılmıyorlar ama yapacak bir şey yok.
Çizgi roman hiçbir zaman çok popüler olmadı dünyada. Ama günümüzdeki kadar da silik olmamıştır sanırım. Bunun sebebi dünyamızın kirlenmesi diyebiliriz. O kadar bilgilendik o kadar kirlendik ki bu bilgi kırıntılarıyla, artık çizgi roman gibi şeyler dişimizin kovuğuna bile yetmez hale geldi. Sanırım bu sebeple çizgi romandan bir hayli uzak yansıttı Batman'i, Christopher Nolan. Bence iyi de etti. Bu hali bile aşırı karanlıkken Gotham'ın, orijinaline dayanabilir miydim bilmiyorum.
Bundan başka, karşılaştırma deyince akla hemen Joker efsanesi geliyor. Tabii Joker'in haddizatında Jack Nicholson ve Jack Nicholson'un efsane performansını bence biraz da trajik ölümüyle silen -tamam hadi bazılarına göre sarsan- Heath Ledger. Performans konusunda çok fazla polemiğe gerek yok aslında. Herkes safını zaten belirlemiştir ama yeri gelmişken Nolan'a sayılı eleştirilerimden birini daha yapmam lazım. Abicim hem bu kadar etkileyici hem de bu kadar boş bir karakter nasıl yapabiliyorsun yavvv? Adamın geçmişiyle ilgili bir şey öğrenemiyoruz filmde. Buna rağmen Batman'i bile silen bir karakter olmayı başarıyor nasıl oluyorsa.
Aslında karakter analizine girmek çok sakat bu filmde. Bu kadar çok karakter nasıl oluyor da işlenebiliyor şaşırmamak elde değil. Batman'i var, Joker'i var araya bir de Harvey Dent sıkıştırılmış. Böyle sıkıştırılmaya can kurban aslında. Film de bu karakterlerin bayrak yarışı gibi. Birisinin bıraktığı yerden diğeri alıyor olayı. Karakter vurguları çok sağlamdı bana kalırsa Dent'in. Özellikle lakabına yaraşır hale gelmesi ve madeni parası çok güzel işlenmiş.
''Bazen gerçek, yeterince iyi değildir'', ''bazen insanlar, inançlarının ödülünü alır'' ''-neden kaçıyor baba? -çünkü kovalamamız gerekiyor'' gibi repliklerle, bomba replik geleneğimiz bu filmde de devam ediyor. Repliklere değinmemek istiyorum aslında. Zira yazı uzamasın fazla. Siz bakıverin izlerken :) Ama müzikleri geçemeyeceğim. The Prestige'yle beraber Nolan, filmlerinin efsane özellikleri arasına müzikleri de ekledi. O nasıl bir duygu vermektir, o nasıl bir gerim gerim germektir. Sanırsın film izlemiyoruz, balad konseri dinliyoruz. Çok sevdiğim, hatta şah-ı soundtracker payesi verdiğim Hanz Zimmer'ın yanına Blood Diamond ve diğer birkaç filmdeki performansıyla başka bir yere koyduğum James Newton Howard eklenince yeme de yanında yat durumu oluşmuş. Sırf müzikleri için bile izlenir film, o derece yani. Oyuncuları pas geçiyorum. Zira değinince daha da uzayacak :) İsteyenler
Batman Begins'e bakabilir.
Özellikle değinmek istediğim noktalar var filmle ilgili. Henüz ismini koymadığım bir tarzı var Nolan'ın. Bir resim gösteriyor filmde, diğer sahnelerle alakası olan ve anında ''offf bea'' repliğiyle başlayan derin bir saygı duyma ritüeline giriştiriyor sizi. Inception'la daha da bir abarttı ama bu durum her filminde var şerefin. Şuana kadar bahsedildiğine hiç denk gelmediğim birkaç sahne var bu filmde de. Özellikle filmin sonundaki o ihtişamlı fedakarlık destanının yazıldığı tiradın akmasıyla beliren Alfred'in ilgili notu saklama ve Fox'un istifa kisvesi altında şirketin demirbaşı olduğunun ispatı sahneleri... ''Ne var ki'' diyen arkadaşlara daha içten bakmalarını tavsiye ederim o sahnelere.
Sonuç olarak ''yok böyle film''gillerden
The Dark Knight. Bittiğinde yutkunmanız gerekirken, nefesinizin kesildiğini fark edip rahatça yutkunamayacağınız süper ötesi bir film. Hala izlemediyseniz de, e bi zahmet artık...