12 Ağustos 2011 Cuma

İsimle Ateş Arasında - Kulun, Cellat Olması...

Hani bazı insanlar vardır, tanışmamanıza rağmen her zaman yakın bulmuşsunuzdur kendinize. Garip bir sıcaklık hissedersiniz onlara karşı. Sonra gün gelir tanışırsınız veya tanışıyorsanız da aynel yakine taşırsınız bu tanışıklığınızı ve önceden hissettiğiniz o sıcaklığın ne kadar yerinde bir duygu olduğuna kanaat getirirsiniz.

Bu tanışma, her zaman cismani bir yakınlığı ifade etmez. Devamlı mahallenizde gördüğünüz ama hakkında hiç malumatınız olmadığı biriyle alakasız bir yerde girişilen derin bir muhabbet de sağlayabilir bu tanışıklığı, o güne kadar sadece bir tanecik köşe yazısını okuduğunuz bir yazarın romanını okumak da...

Nazan Bekiroğlu tam da bunu yaşattı bendenize. Ya da bunu yaşatan son kişi diyelim kendisine. 2 sene kadar önce gazeteye yazdığı bir yazısını okumak dışında yazdığı şeylerle hiç alakası olmayan ama aynı zamanda her zaman çokça sempati besleyen ben, sonunda İsimle Ateş Arasında isimli kitabını okudum bu ablanın. Ve Nazan Bekiroğlu'nun eserlerini okumak için erteleyerek geçirdiğim zamana en kallavisinden sövme niyetini kursağıma kadar hissettim. Hani ikinci bir Elif Şafak vak'ası diyebilirim kolaylıkla. İkinci derken kronolojik olarak, yoksa Elif Şafak'tan daha daha vurdu Nazan abla. Kelimelerle oynayışına mı değinsem, aynı konu hakkında yıllarca sıkmadan yazabileceğine inandıran uslübuna mı bilemiyorum...

Çok samimi söylüyorum, kitap üzerine ne dense az kalır. Tarih var ama tarih değil... Aşk var ama nasıl aşk..? Yeniçeri ordusu üzerine -belki de- yazılmış olan en güzel metindir, İsimle Ateş Arasında. İnanılmaz akıcı ve vurucu... Kitap bittiğinde yapmak istediğiniz tek şey, biraz zaman geçmesini dilemek ve sonrasında yeniden okumak olacak zannımca. Zira kitap, "her roman yeni bir türdür" şiarını kabul ettirmek için şakaklara dayanan gül kokulu bir gönül silahı! Az okuyan biri olmamdan da kaynaklanabilir tabii, ama inanılmaz farklı ve tatlı geldi bana.

Nazan Bekiroğlu'nun dilini övmek bana kalmış mıdır bilmiyorum ama gönlünü övmeden duramayacağımı biliyorum. Yok böyle bir hüzün ehli... Okurken resmen üzülüyorsunuz. Ama kederden bağımsız bir hüzün bu; İçinde ümidi olan, neşesi bol bir hüzün... Hani müptela olunacak cinsten bir duygudan bahsediyorum. Modern yaşamın insan psikolojisine dayattığı "gül! kahkaha at! daha daha gül! olum ölecen nasılsa vur hayatın dibine! olsun gülmek istemesen bile mutlu görün! algı her şeydir, millet seni mutlu sansın yeter!!!" tipli, imajın her şey olduğunu, mananın o kadar da önemli olmadığını alttan alta avaz avaz fısıldadığı vesveselerine meydan okuyan bir hüzünden bahsediyorum. Belki, biz insanları(!) hayvanlardan ayıran bir duygu-dan, velhasıl...

Bu sefer uzatmayacağım, bu kitabı okuyun abiler-ablalar. Ben okuduktan sonra bildim ki, kağıdı tutuşturan kalemmiş. Hayatı anlamlı kılan kelimeler, kavramlar ve dahi isimler hep bu dumandan yükselirmiş! Okuyun ve en azından sizde neler çağrıştırdığını az da olsa ifade ediverin oraya buraya...
Devamını Oku
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...