22 Haziran 2011 Çarşamba

Geç Kalınmış Bir Gün - Kitap Üzerine


Geçtiğimiz aylarda yayımladığım OKUmaya Başlıyorum yazısını "Üzerine bir şeyler yazmaya değer kitap bitirirsem görüşürüz" cümlesiyle nihayete erdirmişim. Ne yazıkki tembelliğim, tüm baskınlığıyla ruhuma egemen olmuş ve üzerine bir şeyler yazmaya değer olmaktan ziyade üzerine bir şeyler yazılmalıya daha yakın olmalarına rağmen, okuduğum bazı kitaplarla ilgili az da olsa bir şey yazmamışım.

Bu yazıyı yazmama da vesile olan kitap, üzerine yazmam gerektiği halde yazmadığım kitaplardan biri olan Son Gemi'nin yazarı Seyit Nurfethi Erkal'ın bir başka eseri olan Geç Kalınmış Bir Gün. Kaderden kaçılmıyor demekki. Son Gemi'yi okuduktan sonra yakın çevreme fazlasıyla övmeme rağmen, kitap hakkında iki satır da olsa karalamadığım için kendimce sıkılıyordum. Ama zaman her şeyde olduğu gibi bu konuda da unutturucu özelliğini kullanıp, bu sıkılganlık halini tamamen zihnimden atmış. Zararın neresinden dönsek kardır diyorum ama bir taraftan da kendimce kendimi borçlu hissediyorum Seyit abiye karşı. Simaen hiç görmemiş olsam da kendisini çokça sevdim. Hakkı geçtiyse, -yazılarından kolaylıkla anlaşılacağı üzere- sahip olduğu büyük yüreğiyle -inşaAllah- affedeceğini umuyorum.

Bu biraz da herkesi ilgilendirmeyen :) girişten sonra kitaba gelelim. Öncelikle kitabın kapak tasarımına duyduğum hayranlıkla başlayayım. Öyle bir kapakki, son yıllardaki özensiz basılan kitaplar arasında yıldız gibi parlıyor kendileri. Hem ciltli olan kapağı hem de kapağın da üstündeki kaplama ayrı ayrı güzelötesi. Gerçi bu güzelötesi kavramı, kitabı okuyunca daha öte bir hal alıyor. Zira kapakta bulunan, yeşil çimenler ve orman arasındaki kulübe her şeyi fazlasıyla anlatır mahiyette, tabii gören gözlere!

Kitap, roman türünde bir eser. Toplam sayfa sayısı olan 135, roman türüne göre oldukça az gibi gözüküyor en başta. Ama ilerledikçe, nitelik denen şeyin nicelikten her daim daha saygın ve daha göz önünde bulundurulması gereken bir şey olduğu inancınız, bir kere daha ispatlıyor hakklılığını. Kesinlikle ama kesinlikle 135 sayfa olan bu roman, 600-700 sayfa olan diğer birçok romandan çok daha hakikatli. Gerçi romanı okuyan herkeste oluşan duygu sizde de oluşacaktır. İstediği kadar süper olsun yine de 135 sayfa kesmiyor insanı. Neyse ki daha kitaba başlamadan biliyorsunuz ki bu kitap bir üçlemenin sadece ilk adımı. 135 sayfa sonunda sadece bir virgül konulacağından emin olduğunuzdan, naz makamı dışına taşmıyor sayfa sayısının azlığı meselesi.

Romanın en büyük farklılıklarından biri, anlatımcı denen kim/ne olduğu belli olmayan varlığın yokluğu! Roman karşılıklı yazılmış mektuplarla ilerliyor. Kitapla ilgili hiçbir duyumum olmadığından bu durum olabildiğince şaşırttı beni. İlk mektuptan sonra olaya girilecek sanarken, mektupların sonu bir türlü gelmedi. İlk mektuptan sonra da karşılaştığım ikinci mektupla beraber durumun farkına biraz biraz varır gibi olmuştum ve hevesim bir hayli kaçmıştı kitaba karşı. Zira az roman okuyan birisi olarak hiç karşılaşmamıştım bu tür bir romanla. Ama zamanla anlatıcılı romanlardan çok daha etkili yazıldığını farkettim.

Anlatıcı denen şey, şahsımca biraz da reddedilen bir şey esasında. Zira kendisini tanımıyorum. Ne bir edası ne bir kokusu ne de bir karakteri var. Yargılayabileceğim hiçbir özelliği yok bu kardeşin. Hem romanda en baskın varlık hem de ortalarda bir türlü gözükmüyor ne hikmetse. Bu nedenlerle kendileriyle hiçbir zaman sevişmemişizdir. Mektup tarzı ise bu anlatıcı denen şeyin belgisizliğinin belini adeta kırmış. Artık anlatıcı denen şeyi elle tutup gözle görüp hatta hayal gücümüzle bir yere oturtabiliyoruz. En azından bendeki karşılığı bu oldu. Ve bu eserin üçleme halinde yazılmasına belki de en çok bu yüzden seviniyorum şimdi. Farklı olan bu türe devam eden kitaplar da gelecek, daha ne olsun.

Hikayenin konu edindiği neredeyse tüm ana meselelerin, kendi varoluş adımlarımın ana basamakları olmasının yanında bu şekilsel beğeniler tabii ki romanı asıl sevme nedenlerim arasında yer bulamıyor. Üzerine çok şeyler söylenesi olan bu meseleler, romanın üzerine kurulduğu ana kirişler aynı zamanda. Biraz da olsa kaşımak bile spoiler denen illetin buraya da zıplaması anlamına geleceğinden şimdilik es geçiyorum ama bu aralar kesinlikle üzerine bir şeyler yazmak niyetindeyim bu meselelerin. Kaşımadan şöyle isim koymak babında değinmeden de geçmeyelim ama. Öncelikle hikayenin en ama en vurucu noktalarından birisi inziva meselesi. Bendeniz için hayati derece önemi olan bu konunun, romana renk veren en koyu ton olması ayrı bir güzellik.

İnziva üzerine her insanın düşünmesi gerekli. Bu denli de pervasızca reçete veriyorum. O derece önemli. Tarih boyunca hangi olaya baksam inzivayı görmüş biri olarak bunu söylerken hiç rahatsızlık hissetmiyorum. Büyük tüm şahsiyetlerin hayatlarına bakınca istisnasız görülen bu yaşam şekli, biz küçük insanlar için zorunlu bir kural olmalı, deyip şimdilik virgül koyalım.

Bir başka vurucu nokta, gurbette bulunan yare duyulan özlem. Kitapta o kadar güzel aktarılmış ki, hiç tanımadığınız bir insanı özlerken buluyorsunuz kendinizi. Ondan ayrı geçen her zaman dilimi ayrı azap veriyor ruhunuza. Gelmesi için dua ederken buluyorsunuz dilinizi... Hele sizin de uzaktakilere duyduğunuz bir özlem varsa yüreğinizin bir yerlerinde, farklı farklı duygu coğraflarına yolculuk başlıyor kitabın son demlerinde...

Sonra, hayatı anlamlı kılan erdemlerden belki de en gereklisi olan sabır var kitapta. Daha çok ayrıntıya girmeden sabırla ilgili görüşümü aktarayım. Sabır denen şey, selamete erdirir ama bu selamet denen menzil, sabredilen şeye ulaşma anlamında olmamalıdır kanaatimce. Sabır, beklentisizlik haliyle paratiğe geçtiğinde gerçek sabırdır. Eğer vuslat için sabredilirse o sabır denen şey, çokça çirkin bir şey halini alır. Tabii erdemliğinden geri ne kalır bu durumda, bilemiyorum...

Son olarak kitabın belki de en büyük imzası, modernizmin biz çağdaş insanların kulağına her fırsatta salık verdiği "kimseye bağlanma, her şeyin merkezinde sen varsın" fısıltısını, elinin tersiyle itmiş yurdumun kültürüyle ruhlarının heykelini dikmiş insanlar... O kadar ki, "bu tip insanlar hala kaldı mı" diyorsunuz birçok kereler, "yok artık bu kadar da olmaz-olmamalı...". Bu rakik insan portlerine şahit olmak için bile okunması gereken kitaplardan Geç Kalınmış Bir Gün. Devam kitaplarını özlemle bekliyorum..!

Elinize, kolunuza, aklınıza, irfanınıza sağlık Seyit Nurfethi Erkal.

23 yorum:

  1. Vuuuuuuu.
    Yaz dedik yaz dedik bomba yazı gelmiş. Demekki baskılar her zaman sonuçsuz kalmıyor. Kork benden ey Mehmet bundan sonra :)

    Bu arada hakkaten bomba olmuş. 4 kere okudum.

    YanıtlaSil
  2. Alkış alkış alkış...
    Dönüşün muhteşem oldu :P

    Alıntı yapmadan duramıyorum ki. Çok güzel laflar var yine. Orjinal adamsın vesselam.

    Bu sefer yapmayacağım. Ama dur yapayım http://mehmetbuluts.blogspot.com/2011/06/gec-kalnms-bir-gun-kitap-uzerine.html :)

    YanıtlaSil
  3. Ağzına sağlık. Şu yazıdan önce adını bile duymadım kitabın ama şuanki okuma isteğimi anlatamam. İnziva denilen şeyi de hiç düşünmemiştim. Yazacağınız yazıyı merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil
  4. Tebrik ederim bu denli kitap tanıtımı yazan az insandansınız. Turna ve Gayda'yı okur okumaz hemen gidip aldım. Ve ciddi manada sevdim kitabı. Bunda da durum aynı. Hemen bugün almayı düşünüyorum.

    Son paragrafa ayrı alkış ama. Şuana kadarki yazılarından hep, batıya dik dik bakan biri olduğunu çıkardım. Doğululuğunla hep gurur duyuyorsun ve bunu birkaç başlıkta da iyice vurgulamışsın. Doğu derken tam olarak neyi kast ediyorsun acaba? Mesela yerel yaşam mı, köy yaşantısı mı...

    YanıtlaSil
  5. @Arzu
    soru çok geniş olmuş ama :) Nasıl cevap verilebilir diye düşünüyorum, pek bir şeye karar veremiyorum. Mesajla değil de uzunca bir yazıyla cevaplanması daha muhtemel gibi.

    Öncelikle Doğu-Batı ayrımına çok sıcak bakan biri değilim. Her zaman hakkın tek olduğunu düşünmüşümdür. Ve bu hakkın -varlarsa- doğuda da batıda ayrı ayrı izdüşümleri mevcuttur. Yani -varlarsa bile- birbirlerinden ayırma taraftarı değilim bunları. Ama bir de yaşadığımız dünya var. Bu kadar optimist kesilip var olan kutuplaşmayı da elimizin tersiyle itmek gereksiz bir davranış olacak. Onun için var olanı değerlendirmekle başlamak lazım. ama dediğim gibi sanki biraz uzun bir cevabı var bunun. Kusura bakmazsanız daha müsait bir zamanda bu konuya da değindiğim bir şey göndereyim size. Ama insana, sırf insan olduğu için değer veren düşünüş sistemleri her zaman el üstündedir nazarımca. Şuanki batıdan kastım tam da bunu reddeden düşünce sistemidir. İnsanı var olduğu gibi kabul etmeyip, değiştikten sonra onunla iletişime geçen, eğer değişmeyenler varsa da değişmeleri için ellerinden ve silahlarından geleni ardlarına koymayan sistemden dem vuruyorum.

    Şimdilik bu kadar olsun. Turne ve Gayda'yı okumanıza çokça sevindim. Kendi kitabımı okumuşsunuz kadar hatta :)

    YanıtlaSil
  6. Ağzınıza sağlık. Arzu'ya da teşekkür edelim güzel bir yazı daha gelecek sayesinde :P

    YanıtlaSil
  7. Sabırla ilgili söylediklerine imzamı atarım. Gerçi hiç öyle düşünmedim. Ama bundan sonra imza lazım olursa hemen haber et :)

    YanıtlaSil
  8. Yüreğine sağlık. Çok ciddi söylüyorum, şu yazının çeyreğini yazamayan insanlar gazetelerde cirit atıyorlar. Çok tat aldım, çok sağolun...

    En yakın zamanda okumayı düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  9. "Şuanki batıdan kastım tam da bunu reddeden düşünce sistemidir. İnsanı var olduğu gibi kabul etmeyip, değiştikten sonra onunla iletişime geçen, eğer değişmeyenler varsa da değişmeleri için ellerinden ve silahlarından geleni ardlarına koymayan sistemden dem vuruyorum."

    Şurası yetti de arttı bile. Üste bi de yazı gelirse yeme de yanında yat artık :)

    Kitabı aldım bu arada. Kapak cidden çok hoş. Ama henüz okuyamadım. İlk fırsatta okuyup yorum yapmayı düşünüyorum :)

    YanıtlaSil
  10. Kitabı yazan bu kadar sevmiş midir acaba :)

    Hani ağzımın suyu aktı desem yeri...

    YanıtlaSil
  11. Kitabı ben de görüp duruyorum ne zamandır. Kapak tasarımı dediğiniz kadar var. Hiç almak geçmemişti ama içimden, bu yazıdan sonra okunmazsa olmaz :) Ağzına sağlık.

    YanıtlaSil
  12. Kitabı okudum. Söylediğiniz duygu aynen canlandı. 135 sayfa olması ama yine de çok yazık. İnanılmaz bir farklı yaşam tasviri var ya, inanamadım. Böyle insnalar cidden olamaz. Çok güzel insanlar...

    Bu arada "İnsan Olmak" çalışmanızı buldum blogdaki arkadaştan. Bu kadar çaplı olabileceğini düşünmemiştim :) 347 sayfa diyor. Bugün başlamayı düşünüyorum. Aslında bu çalışmalarınızı tanıtan şeyler yazsanız ne güzel olur.

    YanıtlaSil
  13. @Arzu
    Hadi! Kimden buldun, Canan? Büşra? Arzu? Okuduktan sonra bana versene :)

    YanıtlaSil
  14. Büşra verdi sağolsun ama kimseye bu kadar dil dökmedim ben ya :) Biter bitmez geri istiyor. Yazarında bile yok kızım bu diyor başka şey demiyor :)

    YanıtlaSil
  15. @Arzu
    Arzu, ben de istiyorum o Kitabı:)

    YanıtlaSil
  16. @melek
    Ben bilmem Büşra bilir :) Kitabı vermeden önce Bursa'ya gidecekti, nete gelir mi bilmiyorum. Telefonunu a almadım aceleyle. Görürse mesajı cevap verir herhalde.

    YanıtlaSil
  17. @Büşra
    Büşraaa buraya göz kulak ver lütfen:) Okumama fırsat verirsen çok Sevinirim:)

    YanıtlaSil
  18. @melek
    Arzu'dan sonra birkaç kişiye daha söz verdim. Onlar okuduktan sonra olursa olur :)

    Yazı süper olmuş bu arada. Bayağıdır yoktur nette. Firuza'nın yaptığı baskıları benim yapmam lazımdı oysa... Hemen az sonra alıyorum kitabı.

    YanıtlaSil
  19. @Büşra
    Tamamdır. Peşini bırakmıcam bak ona göre:P

    YanıtlaSil
  20. Ben anlamam diğer kitapları da ben okuyamadım. Onları da ben istiyorum. Birileri de o kitapları bulsun :)

    YanıtlaSil
  21. Kitabın başka amatör tanıtımı var mı diye baktım, sadece seninki var. Turna ve Gayda'yı da tanımama vesile olmuştun. Kitap tanıtımına devam et, yoksa hep bilinen yazarlardan başka kitap göremiyoruz etrafta. Ağzına sağlık.

    YanıtlaSil
  22. @Büşra
    Büşra sırada bekleyen bi kaç kişinin olduğunu söylemiştin hani, ne alemdeler? Sabırsızlanıyorum da okumak için:) Haberdar edersen durumdan sevinirim:)

    YanıtlaSil
  23. Teşekkür için çok geç kaldığımdan mıdır bilmyiorum tekrar yorum yapmamamın sebebi..

    Raflarda ilk çıktığı günden beri kapağı ile ilgimi epey çekmişti,basımı da çok güzeldi tabii.
    Her şeyin bi zamanı var derler ya, zaman zaman inanıyorum ben buna. Kitabı edinme sürecimde işte bu ianandığım zamanlardandı, taa ki yazını okuyuncaya kadar:)

    Eğer ki yazıdan önce okumuş olsaydım bilmiyorum aynı şeyleri hissedebilecek miydim. Vurgu yaptıgın yerleri yakalamak için daha bi pürr dikkat okudum, focuslandım adeta kitaba.

    Yazıyı okuduktan çok az bi zaman sonra kitabı hemen okudum fakat aklımda olmasına rağmen bi türlü elim gidip de yazamadım bi teşekkür. Geç kalınmış bi teşekkür oldu..

    Bi de şu var:) Son Gemi yi hani Seyit abi yazmış olmasa, Mehmet yazmış derim:)

    Eline Sağlık.:)

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...