1 Ocak 2011 Cumartesi

Senai Demirci & Alper / Dostun Huzurunda (2010) - Bu Albümü Dinleyin!!!


Hep sinema olacak değil ya. Bu seferki mevzumuz müzik. Yalvarmaya hazırım haberini verdiğim bu şeye şans vermeniz için. O derece sevdim, o derece seviyorum.

Senai Demirci'yi bilmeyen yoktur herhalde, zaten tanımayanlar da zamanında yaptığı Trt'deki iftar programlarından tanımışlardır. Hala tanımayan varsa da bir zahmet artık! Senai Demirci aslında tıp okumuş ama bilindiği üzere konferans konuşmacılığı, yazarlık, televizyonculuk, albüm çıkarıcılık gibi pek çok şeyle ilgileniyor. Konuştukları, yazdıkları, söyledikleri hep orjinal şeyler. Kısaca nev-i şahsına münhasır familyasının saygın üyelerinden biri. Tıp okumakla yanılmamış yani; gönül doktorluğu yapacağını o zamanlardan tahmin etmiş!

İşte bu güzel abimiz yeni bir albüm çıkardı. İsmi DOSTun Huzurunda. Albüme yine duasal bir uslüb hakim. Tıpkı Ölüm Aşkımın Adı Olsun'daki gibi. Ama bu seferki ekurisi Alper. İlkin Eşref Ziya'yı aramadı değil kulaklarım ama biraz dinleyince bu arayışın çok da yerinde olmadığına kanaat getirdim. Albüm olmuş. Öyle böyle değil, çok olmuş. Her parçası ayrı ayrı ''bir parça dinledim hayatım değişti'' dolaylarında. Yakın çevrem bir önceki albümdeki Gençliğim parçasını nasıl sevdiğimi bilir. Emin olun bu albümde en az 1-2 tane var ondan! Tabii Gençliğim'i hala dinlemediyseniz şiddetle öneririm, Ölüm Aşkımın Adı Olsun albümünün diğer parçaları gibi.

Şimdi yalvarma zamanı :) Lütfen ''kardeş sevmiyorum ben bu tarzı'' deseniz bile şans verin. Şöyle yavaş yavaş bir dinleyin. Zaten 40 dakika tüm albüm. Sevenler zaten beni tınlamayacaklardır, anında yumulacaklardır. Onlara da önerimi yapmış olayım. Lütfen yavaş yavaş dinleyin. Hayatınızın en önemli olayı tekrarı olmamacasına cereyan ediyormuş gibi dinleyin. Her satıra, hayatın anlamını taşıyormuşçasına davranın. Ve-l hasılı DİNLEYİN!!!

Marifet iltifata tabiidir. Lütfen bu güzide albümü edinin. Şuanki fiyatı 6.5 TL civarında.

Acayip sevdim albümü. Neredeyse 1 aydır dinliyorum ama hala bıkmadım. Arada sırada bakınıyorum, sözleri hiçbir yerde yok. Bu gazla sözlerini de yazdım. Önceki albümdeki parçalar gibi bunları da ilk metne döken biz olduk :)


-Yokluk Sancısı
-Varlık Sevinci
-Besmele'nin Eşiği
-Fatiha'nın Kapıları
-Fatiha'nın Otağı
-Vahyin Sesleri
-Secdelerin Gölgesi
-Yakınlık Şarkısı
-Dost'un Huzurunda
-Kalbin Çığlığı
-İhlas'la Yürümek
-Şehadet Müjdesi
Devamını Oku

31 Aralık 2010 Cuma

Mutlu Yıllar...


1995 yılına girişimiz dün gibi geliyor. 15 yıl bu kadar kısa geliyor olamaz, olmamalı. Bazen aklımın ''zaman yok aslında broo, yeme bunları'' repliklerine kalbimle de destek veriyor buluyorum kendimi, bu gibi hisler vuku bulduğunda. Lakin yıllar geçiyor biz istemesek de.

Bazıları yılbaşlarına radikal biçimde karşılar. Ne için karşı oldukları kendi aralarında çeşitleniyor ama insanın kendine çeki düzen vermesi açısından çok önemli bana kalırsa. Özellikle de bu çapta küresel bir olay olması, daha da önemli hale getiriyor. Geride bıraktığın herhangi bir zaman dilimi hakkında düşündüren başka kaç tane bu kadar etkili olay var ki?

Bakın mesela ben, 2010 yılında 2010 yapımlı 51 tane film izlemişim. En basitinden seneye için bir hedef oluşmuş durumda. Normal şartlarda 2011 yılında 2011 yapımlı izleyeceğim film sayısının 51'i bulması gerektiğini düşünüyorum. Yılbaşlarına bu açıdan bakarsak çok daha verimli olacaktır, külliyen dışlamak yerine.

2010'daki yaşadığımız üzüntülerin 2010'a özel kalmasını, 2010'da yaşadığımız sevinçlerin zamanlarüstü olmasını dilerim. Başta ülkemiz olmak üzere tüm dünyanın, refah tanımına tam anlamıyla vakıf olmasını sağlayacak yılların ilki olsun inşAllah 2011. Tabii klasiktir ama her klasik gibi vazgeçilmezdir sağlık temennisi. Sağlık olmadıktan sonra gerisi boş. Sağlık olsun başka şey olmasın, o derece. Bir de Amerika artık batsın :)

Herkesin yeni yılı hayırlı olsun. MUTLU YILLAR!!!
Devamını Oku

30 Aralık 2010 Perşembe

Hereafter - Clint Eastwood'un Fantazisi


Az önce bir forumda filmin fragmanındaki müziğin ne olduğunun sorulduğunu gördüm. Cevap verirken fark ettim ki, uzun zamandır beklediğim bu filmi bloga postlamamışım. Tabii 2-3 fragman loopundan sonra tutamadım kendimi ve iki üç şey söyleyeyim istedim.

Clint Eastwood'u tanımayan yoktur herhalde. Bana göre gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerden biri. Oyunculuğu da efsanedir ama -benim açımdan- yönetmenliği 3-4 adım önde. Bugüne kadar hep bir gerçekçiliktir tutturmuş gidiyordu bu Clint abim. İyi de yapıyordu. Zira etraf fanteziden, bilim-kurgudan geçilmiyor. Ayakları toprağa basan film yapan diğerleri de sanat filmi yapacağım diye kastıkça kasıyorlar. Hal böyle olunca Clint Eastwood'un filmleri daha bir önem kazanıyor gözümde. İşte bu gerçekçilikten ilk defa uzaklaştığını göreceğiz bu filmle, usta yönetmenin. İsmi yeter bir kere; HereAFTER!

Clint Eastwood filmlerinde hiç merak etmediğim bir yön vardır, diğer filmlerin aksine. Oyuncu kadrosu gram önemli değildir. Zayıf olsa da fark etmez demek istemiyorum tabii. O kadar güvenirim zayıf cast toplamayacağına. Bu filmde de bir kere Matt Damon var, gerisi çok da önemli değil gibi. Ama hepsinin üstün performans sergileyeceğinden eminim.

Matt Damon'a ayrıca bir şeyler söylemek istemiyorum. Zira artık sıktı!!! 15 yıla yakındır her yıl en az 2 film çekmek ve hiçbirinin kötü çıkmaması da ne demek brooo?

Fragman resmen büyülemişti ilk izlediğimde. Sonradan festival filmi olacağını öğrendiğimden sebep sanırım, filmi unutmuşum. Gerilere atmışım. Amerika'da vizyondan çıktı film fakat bizim sinemada izlememize daha 1 aydan fazla var. Bu çarkı döndüren sinema işletmecilerine selam söylemekle yetineyim bari. Neredeyse tüm önemli filmlerde bu oluyor. Lütfen siz de Matt Damon gibi sıkın adamı. Bu türlüsü hiç sevimli değil :)

Laf şarkıdan açıldı, şarkıyla bitsin madem. Sia'dan geliyorrrrrrrrr; Lullaby!!!!

Devamını Oku

Extraordinary Measures (2010) - Azmin Elinden Ne Kaçmış Ki!!?


Bu kardeşiniz -hala- adam akıllı Indiana Jones serisini izlemiş değil. Çok küçükken televizyonda yayınlandığı dönem 2-3 baktığımı hatırlıyorum, tabii izledim diyemiyorum bu sebeple. Harrison Ford sevgim sağlamdır ama. Kung Fu serisi olsun, Blade Runner filmi olsun yeteri kadar sevmemi sağlamıştır Harri'yi. Zaten o oynamasaydı sanırım filmi izlemezdim.

Harrison Ford oynuyorken bile filmle ilgili oluşmuş algım son derece kötüydü aslında. Filmin 3. belki de 4. sınıf bir drama olduğunu düşünüyordum. Bu algının üstüne filmin başrol koltuğunda, kariyerinin nereye doğru gittiğini kestiremediğim Brendan Fraser de olunca, filmi tek izleme sebebimi kaderimde olduğu inancına bağlıyorum. Yoksa gerçekten çok kötü elektrik almıştım filmden.

Ama film daha ilk dakikadan pür dikkat kesilmemi sağladı. Zira film gerçek yaşamdan uyarlanmıştı. En sevdiğim türdür bu. Bir elimizde yaşanmışlık, diğer elimizde istediğimiz kadar abartabilme imkanımız. Daha ne olsun, güzel bir senaryo için değil mi!?

Hatırlatmaya gerek duymuyorum spoilersiz yazdığımı. Hatta konuya dahi girmiyorum filmlerle ilgili ama bu filmde en azından ilk dakikalarda hemen belli olan konuyu söylemem lazım. Film, tedavisi olmayan ölümcül genetik hastalığa yakalanmış çocukları olan bir ailenin azmini ele alıyor. Sırf bu açıdan kesinlikle izlenmesi gerekiyor diye düşünüyorum.

Umutsuzluk üzerine bayağı kafa yorduğum mevzulardan biri. İnsan doğasına hem bu kadar yakın hem de bu kadar uzak ikinci bir kavram var mı acaba? Bazen karşımıza 2-3 kıytırık çevresel etken dikildiğinde hemen pes ederken, bazen tüm dünya karşımıza dikilse bile dönmeyiz davamızdan. Bu iki zıt ''bazenliği'' aynı insanoğlu yapabiliyor. Çelişki gibi görünse de kesinlikle değil. Bunu sağlayan yegane değişmez değişken, anı yakalama becerisi ve o an yakalanan duyguyu hayatınıza hakim kılma özelliği. Filmi izleyenlerin çoğu başarı sürecine takılacaktır ama bence diğer her şeyde olduğu gibi bu hikayenin de çıkış noktasına konsantre olunmalı. Daha çok konuşursam yazı incelemeye dönecek. Onun için burada bırakayım. Zaten izlediğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Senaryosu olsun, oyunculukları olsun gayet tatmin edici. Hikayenin vuruculuğu da eklenince bunlara, tavsiye etmek zorunda kalıyorum. Dikkat: küçük kızı yemek isteyebilirsiniz :)

İzleyin efendim...
Devamını Oku

29 Aralık 2010 Çarşamba

127 Hours - Every Second Counts (2)


 18 Eylül'de, yayınlanan teaserla ilgili bir başlık açmıştım. O videoyla bile bekleme pozisyonuna geçmiştim ama son trailerden sonra izlenmezse olmaz filmlerden biri oldu 127 Hours. Zaten 5 Kasım itibariyle çeşitli festivalleri dolaşmaya başladı film ve neredeyse hepsinden geçer not aldı. Şuan itibariyle 18 tane adaylığı var toplamda, tabii Golden Globe de dahil.

Senenin en iyi filmleri arasında olduğunu bir şekilde ispatlamış gözüküyor. Büyük ihtimalle Ocsar'dan da 4-5 tane adaylık kapacak. Fragmanı izleyince ''nasılsa Inception'a vermeyecekler bari buna versinler'' dedim en iyi film oscarını. Fragmanla bu hükümlere ulaşmak sağlıksız ama hazır bu tür düşünceler oluşmuşken paylaşayım dedim :)  İzleyin fragmanı, yanlışsam söyleyin :)

Bu arada James Franco, kendini aşmış gibi gözüküyor. Nasılsa ödül törenini sunuyor, güzel bir estantane olur en iyi erkek oyuncu ödülünü alırsa.

Senenin en sevdiğim fragman ödülleri düzenlesem, kesinlikle ilk 5'e girer bu fragman. Film Türkiye'de 28 Ocak 2011'de vizyon görecek.

Buyrun; (HD izleyin bir zahmet :))

Devamını Oku

28 Aralık 2010 Salı

Frozen (2010) - Soğuk ve Yüksek Bir Gerilim


Gerilim türünden pek hoşlanmıyorum. Daha doğrusu korkuya dönük gerilimlerden, yoksa psikolojik-gerilimler candır. Korku-gerilimleri sevmeme nedenim, sürprizlere açık olmamaları. En azından beni şaşırtanına pek rastlamadım. Toplasam 5'dir 10'dur tüm hayatımda, sevdim diyebileceğim korku-gerilim filmi. O derece uzağız arkadaşla.

Korku-gerilimden ne kadar hoşlanmıyorsam tek mekan filmlerini de bir o kadar severim. Çeşitli ucuzluklara kaçamaz yönetmen bu tür filmlerde. Diyaloglar zaten filmi yüklenen neredeyse tek öğedir. Bu açılardan bakınca Frozen sınıfı geçti. Yani tek mekan filmi olma avantajını ustaca kullanmış. Gerçi puan olarak öyle ahım şahım bir durumda değil benim gözümde Frozen ama mevzu-u bahis korku-gerilim olunca sınıfı geçmesi bile yetiyor bir filmi sevmem için.

Filmi izleme nedenim bu sefer afişti. Bas bas bağırıyordu gereceğim diye. Tabii ben de gerilime hasret biri olarak hemen zıpladım. Lakin filmin girişi resmen ofsayt. Klasik gençlik filmlerinden hiç farkı yok ilk 15-20 dakikasının. Başladığım filmleri yarıda bırakma gibi bir alışkanlığım olsa kesinlikle kapatırdım. Tabii sonradan film tek mekana geçti ve diyaloglar başladı. Aslında diyalog diyalog diyorum ama öyle beklentinizi yükseltmeyin. Ortalama gerilim filmi standardına göre göz dolduruyor diyaloglar.

Film geriyor mu, geriyor. Ama izleyen bazı kadınların ayılıp bayıldıkları söylentileri bana göre tamamen uydurma. Bu filmde de bayılınırsa, kanlı korku filmlerinde ne yapmalı? Ben korkudan daha çok, acizliği gözler önüne sermesi açısından önemsiyorum filmi. İnsanın doğa karşısında ne kadar da aciz olduğunu çok açık anlatıyor. Bu açıdan kesinlikle izlenmeye değer bir film.

Aslında bu filme yazı yazmamın en önemli sebeplerinden biri Adam Green. Hem yazıp hem yönetme özelliği olması zaten yeterli bir sebep sevmem için. Üstüne bir de bu kadar genç yaşta bu kadar çok projeye imza atmış olması var. Hepsinin üstüne devamlı kısa film çeken birinin, arada sırada çektiği uzun metrajlı filmlerinde çıtayı hiç de aşağı koymaması var ki, var olan sempatiyi hepten pekiştiriyor.

Filmin bir önemli özelliği de oyunculukları. Başroldekiler genç görünümlü, dolgun kariyerli oyuncular olunca ortaya böyle bir performans çıkıyor haliyle. X-Men serisinden tanıdığımız Shawn Ashmore'nin bu filmde olması da az gülümsetmedi. Zira X-Men'de IceMan'i canlandırmıştı :)

Sonuç olarak, izlenilesi korku-gerilimlerden Frozen. Film sıkıntısı çekiyorsanız şans tanıyın derim.

5 / 10
Devamını Oku

27 Aralık 2010 Pazartesi

Percy Jackson & the Olympians: The Lightning Thief (2010)


Duymayan kalmış mıdır bilmiyorum ama öncelikle Percy Jackson kimdir onu söylemek lazım sanırım. Percy Jackson, Rick Riordon'un son yıllarda best sellera abone olmasını sağlamış kitaplarının has kahramanı. Hatta seri 5 kitaptaydı en son, o derece satan bir kardeşimiz bu Percy. Bu film de bu serinin ilk kitabından uyarlanma. Devamının geleceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Çok satan çocuk serilerin akla ilk gelen uyarlamacısı Chris Columbus yönetmiş bu filmi de, Harry Potter gibi. Zaten film neredeyse Harry Potter'dan farksız. Tek farkı kurgusunun, günümüzün moda konularından olan mitoloji üzerinde yükseliyor olması. Öyle kalem-kağıt, fizik-kimya, sihir-büyüyle değil de direkt doğumla kazanılan güçler işliyor bunda. Bildiğin yarı tanrılık müessesesi. Bu haliyle filme, Harry Potter'in mitolojik hali dense yanlış olmaz.

Harry Potter serisinde kendimi pek bulamadım ben ama bu film bir hayli sardı. Öyle mitolojinin süper uyarlanmış olması vesaire sebep olmadı tabii buna. Çok komik film. Ya da değilse bile Türkçe dublajını komik yapmışlar. Dublajdan film sevilir mi demeyin, insanın başına gelince her şey oluyor :) Sayılı saygın dublajlılara yazdım bu filmi.

Bu yıl vizyona giren Clash Of Titans'la neredeyse aynı konu ve karakterlere sahip film. İkisi de Perseus'un hikayesini anlatıyor ama neredeyse ortak noktaları yok. Percy Jackson'u nasıl çekmişlerse, film kolejlerde geçen filmlerden daha çok gençlik filmi olmuş. Başkarakter zaten 12 yaşında.

Percy'i oynayan eleman son yıllarda dikkat çeken oyunculardan. The Number 23, 3:10 to Yuma ve Gamer gibi şimdiden pek çok kalburüstü filmde yer bulan Logan Lerman, 12 yaşındaki karakteri 18 yaşındaki biri ne kadar iyi oynayabilirse, o kadar oynamış. Benden geçer not aldı. Film boyunca esas kızımızı bir yerden tanıyorum deyip durdum ama bir türlü aklıma gelmedi. Filmin son sahnelerinde birden şimşek çaktı ve White Collar'daki güzel yengemiz olduğunu hatırladım. Oradaki rolüyle buradaki rolü gerçekten bambaşka ama. Kolay kolay hatırlayamamakta haklıyım sanırım. Verilen yaş farkı algısının başarısını ispatlıyor bu da.

Bu arada kapitalizmin neden bu kadar başarılı olduğunu filmde bir kere daha görüyoruz. Film mitoloji filmi ama Toyota'dan, Iphone'den tutun Converse'ye kadar çok başarılı yedirilmiş reklamlar var. O kadar hikayenin içine yedirilmiş ki bu ürünler, hikayenin olmazsa olmazları olmuşlar.

Biraz vurduk gibi filme ama ben gerçekten eğlendim. Fantezi kurgusundan öteye komedi filmi nazarıyla değerlendirdiğimi de hatırlatayım. Hemeros'la Hesoidos ne derler bilmiyorum ama, mitolojiyi günümüz çocuk jenerasyonuna güzelce aktarmışlar gibi geldi. Dahasını üniversitede öğrensinler artık ne yapalım. Gerçi pek de gerek kalmayacak. Sinemadaki yükselen dalga mitoloji ne de olsa. Okumayan, onun yerine kolaycılığa kaçan günümüz gençliği yaşadı!!!
Devamını Oku

26 Aralık 2010 Pazar

The A-Team (2010) - Efsane Takım Yeniden


A Takımı, Görevimiz Tehlike, Kara Şimşek... Neredeyse hepimizin çocukluk yıllarında televizyonla kurduğumuz iletişimin belki de en önemli öğeleri... En yenisinin üzerinden neredeyse 25 yıl geçti ama hala onların üzerine kurulduğu yapılar geçerliliğini devam ettiriyor. Şimdi say deseniz bu 3 dizinin kurgusuna sahip 10'dan fazla dizi sayabilirim. Dizilerle bu yapımların popülerliğinin hala sattığını farkeden yapımcıların, yeniden çevrim filmlere girişmemesi düşünülemezdi tabii.

Yeniden çevrimlerin her zamankinden daha popüler olduğu bu dönemde, hele de Görevimiz Tehlike serisinin 4. filminin hazırlıkları neredeyse tamamlanmak üzereyken, A Takımı'nın henüz hiç filmi olmaması bir hayli garipti. Bu garipliğin ortadan kalkacağı haberini aldığım zamanlar -ki 2008'in sonu oluyor sanırım-, pek ümitli değildim filmden. Oyuncular açıklandıktan sonra biraz yükselse de beklentim, neredeyse en has adamım B.A'nın modern halini görünce ufak çaplı bir hüsran yaşamıştım.

B.A. dediğin, her şeyden önce sert biriydi dizide. Tamam o sert mizacının altında kedi uysallığında biri de vardı ama bakışlarla bile komaya sokabilirdi kötü adamları. Bu abimizse bildiğin babyface. Suratta hiçbir sertlik emaresi yok. Tabii bu kadar da değil. Nerde o, ufak çapta ayaklı kuyumculuk sendromu. B.A'nın kasları altın kolyelerden gözükmemeli arkadaş.

Yeni filmle ilgili en çok sevindiğim haberlerden biri Liam Neeson'un Hannibal'ı canlandıracak olmasıydı. Bu adam ne yapsa seviyorum gerçi ama bu sefer de oynamış. Tabii karakterde büyük çapta yapılan değişiklikler var. Liam amca oynamış ama Hannibal farklı yazılmış. Farklı yazılınca da beklentiler biranda havalarda uçuşmaya başlıyor. Nerde o gülmeden duramayan, yaptığı hiçbir plan tıkır tıkır işleyemeyen Hannibal? En önemlisi de takımın lideri olan Hannibal nerde? Bildiğin, dönemi geçmiş saygı duyulan devlet adamlarına dönmüş, canımgidi Hannibal.

Hannibal'ın boşalan koltuğunun yeni sahibi ise Faceman olmuş. Dizide işi-gücü zamparalık olan ve ne etliye ne sütlüye karışan Faceman, bu sefer biraz daha sorumluluk sahibi. Tamam yine casanova takılıyor ama daha sorumluluk sahibi. Bradley Cooper olduktan sonra zaten bu rolü sevmemem imkansızdı ama güzel de yazılmış hani karakter.

Veee filmin olmazsa olmazı, akıllı delimiz Murdock. Dizideki en sevdiğim karakter buydu. District 9 filmiyle biranda parlayan Sharlto Copley'in oynayacak olması biraz şüpheyle yaklaşmama sebep olmuştu ama abi çoşmuş resmen. Filmin en çok göz dolduran karakteri Murdock'tu benim açımdan.

Filmle ilgili sayabileceğim eksikler sınırlı. B.A'nın gözü gibi sevdiği o meşhur Gmc Van'ı filmin başı dışında yok. Diziyle neredeyse eşanlamlı olan mükemmel müzik de, 1-2 sahne dışında yok. Bunları bilerek mi koymadılar, emin değilim ama bunlarsız bile bu kadar sevdiysem filmi, fazla eşelememek en güzeli.

Faceman'i ve Murdock'u dizide canlandıran Dwight Schultz ve Dirk Benedret'in az da olsa filmde gözükmeleri, insana tebessüm ettiriyor. Mad Men'in bay karizması Donal Drapper'in filmin sonunda gözükmesi de cabası. Diyeceğim, filmin castı tamamdır. Her zamanki güzelliği sayesinde popüler filmlerde oynama kontenjanının bu filmdeki temsilcisine yapacağımız olumsuz eleştiri kısmına :) Bu sefer bu hakkımdan feragat ediyorum sanırım. Bana kalırsa, Jessica Biel o kadar da göze batmamış filmde. Neredeyse hiç rahatsız olmadım 135 dk boyunca.

Ve-l Hasılı film olmuş. Ben çok sevdim. Patlama, zıplama, aksiyon, nostalji... Her şey var filmde. Bu tür bir film ne kadar olabilecekse, o dolaylara fazlasıyla yaklaşmış The A-Team. Sinemada izlemediğim için üzgünüm...
Devamını Oku
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...