22 Ekim 2010 Cuma

Sophie's Choice (1982) - En Zor Seçim Nedir!!?


Yok vazgeçtim puan kıstası filan koymuyorum yorum yapacağım filmlere :) Yorum hakeden film zaten kendini gösteriyor, tıpkı bu film gibi.

William Styrssons'ın ikinci dünya savaş esirleriyle birebir konuşarak yazdığı aynı isimli romanının sinemaya uyarlanması Sophie'nin Seçimi. Film başarıyla yansıttığı soykırım vahşetinin yanına inanılmaz bir öyküyü de sıkıştırabilmiş. Filme ismini de veren seçim, çok kısa bir sahne aslında. Fakat bu kısa sahne insanın kanını önce donduruyor, sonra kaskatı kesiyor nihayetinde de bin parçaya bölüyor benliğini.

Hasta annesi için yasak olmasına rağmen et alan fakat eve götürürken yakalanan Sophie, bu adi suç yüzünden toplama kampına gönderilir. Asıl suçu malum; Polonya'lı olmak! Safkan Alman görüntüsü bile kurtaramaz bu asıl suçtan Sophie'yi. Yakalanan tutuklular trenden inerler ve gruplara ayrılmak üzere beklerler. Tam bu esnada biri 4 yaşında kız, diğeri 10 yaşında erkek olmak üzere iki çocuğuyla bekleyen Sophie'nin yanına nazi komutanı gelerek insanın kanını donduran o sahnenin ilk fitilini ateşler. Sophie'nin bu Aryan görüntüsünün farkına varan komutan kendince bir kıyak geçer Sophie'ye! Çocuklardan birini alabileceğini, diğerinin ise canlı canlı insan yakılan fırınlara gideceğini söyler. Bunu bu şekilde ifade etmez ama toplama kampına gidenlerin sonunun böyle olduğunu o dönem herkes bilmektedir.


İşte bu zamanı durdurup mekanı yok eden sahne, izlenmesi şart filmlerden yapıyor Sophie'nin Seçimi'ni. Aslında izlemeyi şart haline getiriyor ama 'Ben ettim siz etmeyin' de diyesi geliyor insanın bir taraftan. Şahsen anne-baba olmaktan soğutan bir havası var filmin. Bir insanın kaderinin bir başka insanın iki dudağı arasındaki bir saniyeden bile az kıpırtılara bağlı olması yeteri kadar korkunçken kaderi elinizde olan insanın çocuğunuz olması fikri, izahı imkan dahilinde olmayan bir dehşet fırtınası salıyor ruhunuza.

Film Benden öyle uçuk kaçık puan alabilecek seviyede bir şaheser değil ama dediğim gibi çok etkileyici. Filmin etkileyiciliği sadece o sahneyle de sınırlı değil bu arada. Meryl Streep'in 150 dakikalık insanüstü performansını atlamak sanırım çok ağır bir hata olur. Resmen mükemmel bir performans. Ödül manyağı olan bu ablamız, tek başrol Oscar ödülünü bu filmle aldı. Daha sonra 12 defa daha aday olsa da hala tek başrol Oscar'lıdır. Nasıl bir performans sergilediği hakkında oluşacak fikre çok kolay zemin hazırlar eminim bu durum.

Kevin Kline'nin de ilk filmi olması ayrıca dikkate değer bir ayrıntı. Kariyeri bu filmden sonra almış başını gitmiştir zaten.
Devamını Oku

21 Ekim 2010 Perşembe

The Hangover 2 - Felekten Bir Gece Daha


Son yıllarda sinemada krizde olan bir tür varsa, bu tür kesinlikle komedi. Komedi adına kısır geçen yıllar, her sene yeni çıkacak komedi filmlerine ayrı bir beklentiyle bakmayı öğretti Bana. 2009'da tanıtım sürecinde ismi çok duyulmayan The Hangover, vizyon görmesinden sonra bu alanda isminden bir hayli bahsettirmişti. Hatta Imdb Top250'de de bir müddet kalmıştı. İzlediğimde, film hakkında yapılan övgülere tamamen katılmasam da hatırı sayılır miktarda güldüğümü hatırlıyorum.

Evlenecek arkadaşlarına bekarlığa veda gecesi düzenleme amacıyla gittikleri Vegas'ta, partinin dozunu karçıran bir arkadaş grubunun sıradışı gecesinin flashbackiydi The Hangover. Bu gece ki; kaplan üstüne binmekten Mike Tyson'un yatağına hem de Mike Tyson yatağındayken girmeye kadar aklınıza gelebilecek uçuklukları bile normalize eden türlü upuçuklukların yaşandığı bir geceydi.

Filmi 35 milyon dolara maledip, 467 milyon dolar gibi devasa bir hasılat eden yapımcılar gayet normal bir davranışla, bu çılgın geceyi seriye bağlama kararı almışlar. Kadro korunurken Mel Gibson'u da eklemişler casta. Pek oturtamadım nasıl bir rolde olur Mel Gibson ama her türlü gideri olan bir abimiz nasılsa :)

İkinci filmin de ilki gibi çılgın bir gecenin ardından, o geceyle ilgili döküntüleri toplama odaklı olacağını tahmin etmek pek de zor değil :)

Todd Phillips tutturdu bir tarz, ekmeğini yiyip duruyor. Önce The Hangover sonra Due Date şimdi de The Hangover 2. Bakalım daha ne kadar devam ettirebilecek bu konsepti.

Filmin gösterimi ise 26 Mayıs 2011'de. Bana da doğum günü hediyesi olacak :)

Artık gözlerimiz fragmanda...
Devamını Oku

19 Ekim 2010 Salı

The EVENT - Nihayet Sezon Onayı Geldi!!!


Tanıtımını yapmıştım dizinin başladığı hafta (The EVENT (2010) - Harbiden OLAY Bir Dizi!!!). Dizimizle ilgili sevindirici haber var :)

Beklentiler, beklentileri gayet güzel karşılayan pilot bölümü ve onu takip eden bölümler derken diziye iyice bağlandık. Mükemmel denilebilecek pilot bölümü 3.7 gibi bir pilot bölüm için hiç de az olmayan reytingle yürekleri serinletirken, sonraki haftalarda sırasıyla 2.9, 2.4 ve son yayınlanmış olan 4. bölümün de 2.2 reyting almasıyla herkesin aklı geçen seneye gitmişti ister istemez. İkinci bir FlashForward tramvasına şahsen Ben iyice hazırlamıştım kendimi. Önceki sevdiğini kanserden kaybetmiş ve yeni sevdiğinin de kanser olduğunu öğrenen biri psikolojisine girmiştim ne yalan söyleyeyim. İyice sarılamıyorsun; elden gidecek belli. Tamamen bırakamıyorsun; seviyorsun...

Şaka şaka o kadar değildi :P Ama harbiden diziden soğuduğumu hissediyordum. Zira FlashForward'dan ayrılması çok zor gelmişti geçen sene. Neyse ki tüm bu düşünceler şimdilik rafa kalktı NBC'den Angela Bromstad'ın haberini verdiği sezon onayıyla. 22 bölüm olacakmış ilk sezon. Aman kalkmasın da 1 bölümün lafını etmeyiz :D

Takipçileri varsa, bu açıklamayla beraber diğer bu sezon başlayan NBC dizilerinden Outsourced ve Law & Order: Los Angeles dizileri de sezon onayı almışlar. Onların takipçileri de sevinebilirler :)

Kapı gibi kaynak
Devamını Oku
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...