13 Kasım 2010 Cumartesi

Darfur (2009) - İnsanlar Ölüyor Millet!!!


İnsanlık çok büyük felaketlerle karşılaştı tarih boyunca. Ama hiçbir coğrafya Afrika kadar istikrarlı değildi yoksunluk konusunda. Şöyle bir arkaya bakınca siyasal bilimlerle uğraşmamda en büyük paylardan biri de Afrika diyorum şimdi. Nasıl olmasın ki? Televizyondan izlemek bazen yetmiyor insana... Bu sebepten Afrika'nın yeri başkadır bende.

2008 yılında kısa zamanlı çalıştığım bir kurumun, 'kısa vadede çözümü imkansız siyasi sorun/sorunlar yumağı haline gelmiş ülkeler'le ilgili saha projesi vardı. Ben hemen Afrika'yı kapmıştım. Şansıma gitmeyi istediğim ülkelerden Sierra Leone gelmişti. Uçaktayken uyuduğumdan mıdır bilmem, şehre doğru giderken bu farklı coğrafya çok etkilemişti beni. Masmavi bir gökyüzü ve altında çarşaf gibi serili duran kiremit rengi çöl... İnsana değişik duygular tattırıyor. Bu görüntü uzadıkça tüm coğrafyanın böyle olduğunu sanıyorsunuz haliyle. Biraz sonra ilerde beliren gür ve yemyeşil orman bir şok daha yaratıyor ve başlıyorsunuz heybedeki bilgilerle düşünmeye; bu cennetimsi yerin adeta kader haline gelmiş bu yaşam tarzının sebebi ne olabilir?

Cevap aslında çok net değil mi? Hele de biraz siyasal bilgilerle içli dışlıysanız yapın şöyle ortaya karışık bir analiz, değmeyin keyfinize sonra. Ama öyle olmuyor. Çözümsüzlük bu denli ortadayken hiçbir işe yaramayacağını bildiğiniz tanıları koymanın dayanılmaz ağırlığı çöküyor üstünüze. Ve kala kalıyorsunuz öylece...

İçinde milyonlarca insanın yaşadığı mülteci kampları, en ufak erzak yardımını görünce deliye dönen köy ahalileri, ot evler, insanların içlerinde gıdım kötülük olmadığının ispatı o masum gözler... Afrika başka arkadaşlar. Uzaktan anlaşılmıyor...

Bu film de son felaketlerden Darfur'u konu edinmiş. Sırf bu sebeple bile saygı duyulası bir film benim için. Tabii Darfur konusuna da biraz değinmek gerekebilir ama çok niyetli değilim. Dışarıdan bakılınca müslümanların (Janjaweed) başka müslümanları katletmesi gibi bir imaj söz konusu. Film de bu kanaldan ilerlemiş. Filmle ilgili tek itirazım budur ama bu insanlık krizine değinmiş olması bile bu önemli detayı atlamama sebep oluyor.

Filmin başındaki Uwe Boll, benim için bal yapmayan arıdır. Son 8 senede 20 civarında film yapmıştır kesin. O derece çalışkan biri. Ama ele avuca gelen projesine rastlamadım henüz. İşte bu filmle gözüme girdi kerata. O kadar projeye imza atacağına çek şöyle 3-4 film diyesi geliyor insanın ama 'sinema işte!'. Billy Zane önderliğinde, isimleri duyulmakla duyulmamak arasında gidip gelen bir oyuncu kadrosu var filmde. Daha çok ünlü oyuncular rol alır umarım bu tip filmlerde.

İzlerken tek sıkıntım alt yazıydı. En kısa zamanda daha güzel bir alt yazı gelir umarım diyerek filmi izlemenizi önereyim ve huzurdan affımı isteyeyim...
Devamını Oku

12 Kasım 2010 Cuma

How To Train Your Dragon (2010) - İzlenesi Animasyonlardan...


Bir sinemasever olarak söylemekten çekinsem de bazı film türlerini hiç sevmem. Bu türlerin başında da korku, gerilim ve animasyon gelir. Hayatın her alanında sınırsızlığı savunmaya çalışan biri olarak, bu durumun büyük resimde pek de tutarlılık sergilemediğini farkederek, sözkonusu üç türün üstüne gitmeye çalışıyorum uzun zamandır. Genelde 'haklıymışım yahu, ne diye zorluyorum ki' gibi replikler atıyorum izlentilerden sonra ama bazen de bu gibi hoş filmlerle de karşılaşmıyor değilim.

Yakından tanıyanlar bilir, sıkı bir fragman takipçisiyimdir. Bu filmin fragmanıyla geçen sene, tam da Avatar'a bilendiğim dönem tanışmıştım. O zamandan beri Avatar'ın animasyonu diye kaldı aklımda. 3D+Imax olması, karada geçen sahne sayısının kıt olması, bir an durmayan aksiyona sahip olması vs vs gibi faktörler sağlamış olabilir sanırım bu düşünceyi.

Gerard Butler, Jay Baruchel, Craig Ferguson ve son dönemde parlayanlardan Jonah Hill'in seslendireceğini de öğrenince iyiden iyiye 'gelsin de izleyelim filmleri' arasına aldım How To Train Your Dragon'u. Ama bir türlü nasip olmadı sinemada izlemek. Bulunduğum yerde dublajlı yayınlanması bir hayli etkiliydi gitmeyişimde. Sanırım  bir de çocuklarla aynı salonda film izlemek pek uymuyor bana. Artık tam izleme listeme koymuştum yavaş yavaş sıra bu filme geliyordu ki, misafirliğe gelen bir velet tüm planlarımı altüst etti. 'Film istiyorum da film istiyorum' diye tutturunca, 'hem ben de izleyecektim nasılsa' diyerek başladık izlemeye. Hem türkçe dublajla hem de bir çocukla :D

Sert, mert, vahşi, hööö Vikinglerimizin yaşam alanlarına dadanmış ejderhalarla giriştikleri kadim mücadelenin öyküsü, şeklinde özetlenebilecek bir konuya sahip film. Klasik Viking portresine sahip liderin çelimsiz oğlunun tüm klana verdiği hayat dersi de anakonunun yanında bonus olarak küçük dimağlara elbet ilişmiştir.

Filmimizin kahramanlarından biri de Taruk Macto dolaylarından Toothless. Bu da diğer ayrıntılarla birleşince fragmandan edindiğim çizgi-Avatar imajını destekler mahiyette.

Film bir kere çok komik. Gülmeyen olursa benden hesabını sorabilir :) Mükemmel Türkçe dublajları arasına kolaylıkla koyabilirim filmi. Dublajlı izlediğime hiç pişman değilim bu yüzden. Aksiyonunun da tatmin etmesi puzzleyi tamamlıyor ve böylelikle kesinlikle izlenmesi gereken animasyonlar arasında yerini alıyor How To Train Your Dragon.

Gişeden elde ettiği 500 milyon dolara yakın mükemmel hasılatı ve 8 kitaplık bir serinin ilk kitap uyarlaması olması sıradaki filmlerin geleceğini de garanti etmişken bence kaçırmayın bu filmi. Çevrede ufaklıklar varsa onları da nasiplendirin derim :)
Devamını Oku

9 Kasım 2010 Salı

Batman Begins (2005) - Efsane Yeniden...


Batman Begins'in insanda canlandırdığı duyguları göz önünde bulundurunca, filmle ilgili herhangi bir şey söylemenin suskun kalmaktan daha kolay olduğunu söyleyebilirim. Bırakın Batman karakterini derinlemesine anlatış tarzını, Batman karakterinden bağımsız bir film olarak düşünsek bile etkileyici diyebiliriz Batman Begins için.

Çoğumuzun önceki serinin nasıl bittiğini bildiğini varsayarak gerekli taşları atmayacağım. Bu yeni serinin o seriden nasıl bir farka sahip olduğunu bu filmi izleyerek anlayabilirsiniz. Sıra dışı filmleriyle kendini diğer yönetmenlerden iyice ayıran Christopher Nolan, Batman'a resmen can vermiş. Film karanlık yapısıyla, aforizma tonlu diyaloglarıyla ve Hanz Zimmer'in ruh katıcı özelliği doruklarda dolaşan müzikleriyle, izlediğiniz filmler arasında farklı bir yer talep ediyor sizden.

Benim için Batman diğer süper kahramanlardan her zaman farklıdır. Onun süper güçleri yoktur. Kokuşmuş Gotham'ı kötülükten aklıyla korur. Bu sebeple olsa gerek her zaman en yakın bağ Batman'la kurulur. Bu bağlamda filmin yeri hepten ayrı. Birçok farklı yerde güzelce vurgulanmış bu konu. Bruce Wayne'nin gerek çocukluğu, gerek Batman karakterine neden ihtiyaç duyduğu gibi önemli hususlar çok güzel işlenmiş.

Film iki ana kiriş üstünde yükseliyor; korku ve adalet. Korkunun insan için ne ifade ettiğinden, nelere yol açacağından tutun, adaletin intikam sınırına dayanıp dayanıp nasıl kendi öz kavram çerçevesine girmesi gerektiğine kadar birçok felsefik yorum gözlemleyebiliyoruz filmde.

'Gotham'ın her sahnesinin yağmurlu her sahnesinin gece her sahnesinin sisli olması tesadüf olamaz' diyerek Christopher Nolan'ı bir kere daha tebrik ediyorum. İzleyiciye bilinçaltından, şehrin kokuşmuşluğunu daha güzel nasıl aktarabilir bir yönetmen bilmiyorum. 'Nasılsa patron abilerim parayı bastılar. Vurayım efektin dibine. Şunun şurasında süper kahraman filmi çekiyoruz broo' demeyip, efekt kolaycılığına tav olmaması da ayrı bir saygı duyulası davranış.

Bir ayrı konu oyuncu kadrosu. Hangi birini sayayım ki; Christian Bale, Michael Caine, Liam Neeson, Gary Oldman, Morgam Freeman. Ken Watanabe bile şöyle hemen 2 dk gözüküp kaybolan yan rollerin birinde. Christian Bale'nin bir önceki sene çektiği The Machinist filmi için verdiği 28 kg'yi almış olması ve bu ağır kilo değişiminin oyunculuğunu etkilememiş olması ayrıca dikkat çeken noktalardan. Christian Bale'yi eleştirenler oluyor. Buna hiç katılmadığımı naçizane belirteyim buradan. Bu sağlam kadronun yanında Katie Holmes diye biri(!) de var ama ne yapalım, o kontenjan her filmde oluyor artık.

'Sorun aslında ne olduğun değil, yaptığın şeyler seni diğerlerinden ayırır!!!'efsane repliğiyle kişisel yaşantımda üstünde çokça durduğum amel-niyet ilişkisine yapılan vurguya hepinizin dikkatinizi çekerek, kaçırılmaması gereken filmler arasına yazın derim Batman Begins'i.

Şahsen iki defa izlediğim film sayısının, iki elin parmaklarını kesinlikle geçmemesine rağmen bu filmi şuan itibariyle üç kez izlemiş bulunuyorum. Tüm bu kişisel övgülerimden sonra 2005 itibariyle en iyi Batman filmidir diyerek ve puanımı vererek sözü size bırakayım.

8+ / 10
Devamını Oku

Pompeii - Yine Tarihi, Yine Ridley Scott... (2011)


Hakkında çokça konuşulan çokça yazılan konulardandır Pompeii hadisesi. Hepimiz az-çok Pompeii ismini duymuşuzdur. Hani şu sapkınlıkları yüzünden lanetlenen ve helak olan topluluğun şehri. Roma İmparatorluğu özelinde genel tarih açısından birçok yararlı bilgi sağlamasının yanında insanlığa dini ve ahlaki ışık da sağlamıştır bu olay. Yani ders çıkarılması sebebiyle :)

Pompeii hakkında yazanlardan biri de, 2004 yılında çıkardığı kitapla Best Seller'de uzun süre kalan Robert Harris. Kitap bu kadar dikkat çekince haliyle sinema sektörü de anında üstüne zıplamıştı o dönem. Roman Polanski'yle uzunca süre kitaba bağlı kalarak senaryo yazdıkları haberleri vs geliyordu yazarın ama sonra ne olduysa Roman Polanski yapımdan çekilmişti. Zamanla oyuncu kadrosuna dahil edilen Orlando Bloom ve Scarlett Johansson da çekilmişlerdi. Aynı döneme denk geldiği için yazarlar grevi sebep olarak gösteriliyordu ama Bana hiç inandırıcı gelmiyor bu tür bahaneler. Grev varsa grev bitince dönersin işine. Neyse...

Yıllar böyle geçerken, yüksek bütçeli bol hasılatlı tarihi filmler bir yana, Tudors ve Rome gibi çokça ses getiren dizilerle yükselen dalga ibresi birden tarihi yapımlara döndü. Daha sonraki yıllarda irili ufaklı bir çok yapım bunları takip etti ve en sonunda geçen sene başlayan (hala izlemediğim) Spartacus dizisiyle bu akım zirveyi gördü. Haliyle Pompeii yapımı da tozlanan raflardan bir efsane adayı olarak geri dönmek zorunda kaldı. Efsane adayı diyorum zira Roman Polanski'nin yokluğunda belki de bu iş için en uygun kişi projeyi üstlenmiş durumda; Ridley Scott.

Ridley Scott... Ne denir ki? Gladiator, Black Hawk Down, Kingdom Of Heaven, Body Of Lies, Blade Runner, Tristan+Isolde, Robin Hood vs vs vs. Benim için ayrı sinemacılardandır. Evet sinemacı diyorum çünkü adamda ne ararsanız var. Yönetmenlik, yazarlık, yapımcılık, co-yapımcılık... Yaptığı işlerden çok katkı yaptığı işlerle de ünlüdür Ridley Scott. Benim gözümde tam bir sinemacıdır. Ele aldığı konuyu çoğu zaman derin bağlamlara dayandırır. Bunu en son, ortaya çıkış amacı her zaman türlü şaklabanlıklarıyla gümbürtüye giden Robin'i, tam bir dip dalga kahramanı şeklinde beyaz perdeye yansıtarak gözümüze gözümüze bir kere daha soktu.

Laf Robin Hood'dan açılmışken söylemeden geçemeyeceğim. Robin Hood filmini izleyen herkeste 'nasıl yaa nerde Sherwood, nerde hırsızlık, nerde nerde nerdeeee?' nidaları illa canlanmıştır. Tabii bu nidaların sonrasında çoğu insan devam filmi geleceğini düşünmüştür. Ben en azından kesin gözüyle bakıyordum. Çünkü bu film olsa olsa mükemmel bir serinin ilk filmi olabilirdi. Nitekim devam filminin geleceği de söylenmişti ama hemen sonrasında iptal edilmişti. Yukarıda dediğim gibi çok sevmeme rağmen devam filminin gelmeyeceği haberiyle beraber hafiften sövmeye başlamıştım Ridley Scott'a, taa ki iptal nedeninin Pompeii projesi olduğunu öğrenene kadar. Aslında şuan hala bir sövme havası var bende, Ridley Scott'ın yönetmenliği de üstlenmesine kadar kaybolmayacak sanıyorum :)

Pompeii'nin böyle bir önemi de var anlayacağınız. Şuan etrafta dolanan 120-130 milyon dolar bütçelerle bu gelişmeleri de birleştirince muazzam bir dizi beklentisi oluşuyor insanda. Bekleyip göreceğiz beklentilere nasıl karşılık vereceğini.
Devamını Oku
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...