1 Şubat 2011 Salı

The Social Network (2010) - Yoksa Siz De Mi Facebook Filmi Sandınız?


The Social Network'la tanışmamız aslında biraz garipti. The Social Network ismini duyunca hemen anlamıştım Facebook'la ilgili bir film olduğunu! Facebook'la neredeyse hiç alakası olmayan ben, filmine de dudak bükmüştüm haliyle. Daha sonra -tam hatırlamıyorum hangi film için gittiğimi- sinemada fragmanına rast geldim. Perdeye gayet tınmaz bir edayla bakıyordum ki, gayet güzel hatta biraz zorlasam süper diyebileceğim bir Creep yorumu inceden inceye salona yayılmaya başladı. Çalan müzik ve o güne kadar sempatimi kazanma şerefine erememiş(!) Jesse Eisenberg'in etkili diyalogları ustaca şakıması şeklinde tezahür eden performansı üstüste gelince, bahsettiğim tınmaz havam biranda kaybolmuştu.

Sanırım buraya kadarki süre, ilgili fragmanın ortalarına tekabül ediyor. Bu da ortalama 70 bilemedin 80 saniye demek. O kaş-göz arasında ne ara döndüm (fiziki dönmekten bahsetmiyorum :)) hatırlamıyorum. Bir anda yanımdaki arkadaşıma ''bu filmde iş var'' gibi şeyler söylemeye başlamıştım bile. Aradan çok zaman geçmeden fragmanın sonunda David Fincher ibaresini gördüğümde, vizyon zamanı hasretle beklenen filmler listeme bir film çoktan eklenmişti.

İşte böyle bir mazimiz var The Social Network'le. Neredeyse tek bağımız David Fincher diyebilirim, pek çok sinemasever gibi. Nasıl olmasın ki? Yönetmen say deseniz, kazara isminizi unutsam 2-3 gün yemekten bile kesilebilirim. O derece sevdiğim bir yönetmendir (yazar burda sevgisini ifade etmeye çalışıyor yoksa ciddi değil). Ama gariptir, filmi sinemada izlemek nasip olmadı. Doğru dürüst bir altyazının gelmesi de biraz zaman alınca, vuslat bugüne kadar uzadı.

Bu arada şunu da söylemem lazım. Bu süreçte tüm ödül organizasyonları, ezeli ve ebedi bilim-kurgu düşmanlıklarını bu sene de devam ettireceklerini belli ettiler. Hadi zaten alışığız da, işin ucu Inception'a dokununca ister istemez faturayı diğer filmlere kestim. Dahası Oscar müjdecilik fonksiyonu da olan Altın Küre'nin ağır ödüllerini The Social Network aldı... O gece bu filmi izlememeye karar verdiğimi hatırlıyorum.

Sonra biraz zaman geçti de bu kaynar kanlı kararımdan vazgeçip, Oscar adaylığı kapmış filmlere yöneldim. Birinci sırada The Social Network vardı. İlk günden beri gelen yorumlar, beklentimi iyice düşürmeme sebep olan türdendi. David Fincher severler bile diğer filmlerinden daha düşük bir film olduğunda neredeyse hemfikirdiler. Buna rağmen vizyon gününden itibaren top250 içerisinde kendine yer edinmiş olması ve her geçen zaman biraz daha yükselmesi, düşen beklentilerimi her daim yükselmeye açık pozisyonda tutuyordu. Ama sonuç itibariyle filme karşı nefretimsi bir şey vardı içimde. Ve bu şekilde filme başladım.

Şu naciz hayatımdan çok filmler geldi geçti ama başlangıcı bu denli zihnimde yer eden çok az film vardır. Öyle mükemmel bir başlangıç olmamasına rağmen, diyaloglar çok sağlamdı. O beş dakikalık giriş, filmin içine nasıl aldıysa beni, film bitene kadar çıkamadım.

Müzikleri olsun, karakterleri olsun gayet güzel film olmuş. Abartılmaması gereken tek yanı kurgusu. Öyle aman aman bir kurgu göremedim. Bunun yanında diyaloglar çok üst düzeydi. Akıcı, vurucu, komik, zeki... Pek çok sıfatı hakediyor diyaloglar. Tabii diyaloglara can veren oyuncuların katkısı da yadsınmamalı. Oyuncular arasında gözüme kötü anlamda batan bir kişi bile olmadı. Bay problem Justin olsun, çeşitli yan karakterler olsun üstlerine düşeni layıkıyla kotarmışlar. Yeni Spider Man'imiz Andrew Garfield'le Jesse Eisenberg ise nokta koymuşlar. İkisini de çok başarılı buldum.

Müziklere güzel deyip geçtim ama Golden Globeciler kızmaz inşAllah! Hanz Zimmer'in Inception performansının nasıl üstüne çıkarttılar anlayamadım. Tamam çok güzel de hiç mi kulak yok sizde sayın abiler? Neyse girmeyecektim bu konuya :)

Filmde kadın yokluğundan, varsa da ofsaytlığından bahseden birkaç feminist arkadaşa denk geldim. Filmi anlamadıklarını anlamaları için ne yapmalı şuan için bilemiyorum ama gayet de yerinde bir tutum olmuş bu. Çünkü film bırakın normal hayatı, yola çıktığı Facebook'u bile anlatmıyor. Bu açıdan David Fincher hakkında pek dillendirmesem de, inceden inceye içimi kemiren ucuz şeyler peşinde koşma şüphesi ortadan kalkmış oldu.

Biyografik filmleri seviyorsanız, hele de üstüne Se7en-Fight Club-The Curious Case of Benjamin Button filmlerinden birini izleyip beğenmişseniz bu filmden hoşnut kalma ihtimaliniz gayet yüksek. 120 dakika boyunca yer yer eğleneceğiniz, yer yer gerileceğiniz ve sonlarına doğru -şanslıysanız- düşüncelere dalacağınız bu güzel filmi kaçırmayın derim. Ben çok sevdim. Özellikle sonu, en iyilerim arasına girdi.

8 / 10

1 yorum:

  1. Eline sağlık. Acabalarım vardı, yazıyı okuduktan sonra şans vereyim dedim. Gerçekten de güzelmiş. Daha fazla yaz. Özellikle Oscar filmlerini bekliyorum ;)

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...