2 Temmuz 2011 Cumartesi

Bağdat'ta Ölüm: Hallac-ı Mansur - Kitap Üzerine

5 sene olmuş, 5 koca yıl...

Tüm hayatım boyunca en fazla 8-9 kitap bitirmiş olmamdan hasıl olan utanma duygusu, her pazartesi rejime başlamaya niyet eden teyzeler gibi, her yeni doğan güneşle düzenli kitap okumaya niyet etmemi sağlıyordu. Tabii o teyzeler gibi ben de bir hayli mahirdim bu koyulan hedeflere riayet etmemekte. Hatta bir ara öyle ustalaştım ki bu konuda, artık kitap okumaya başlamayı bile aklıma getirmiyordum*. İşte tam böyle bir zamanda kazanılmış üniversitenin verdiği gazla, yine yeniden bu "pazartesi sendromu"m hortlamıştı. Tam da bunun üstüne, okula kayıt olmaya gittiğimde okulun önüne açılan kitap sergisini görmüştüm. Tabii durur mu deli gönül..?

Evet, durmadı! Durmadığı gibi bir hayli de hızlı girişti işe. Okula yeni başlamanın verdiği ekonomik zafiyet yetmezmiş gibi bir de 4 ay boyunca kitap taksiti ödemiştim**. İşte bu güzel anımın meyvelerindendir şu başlığa ismini veren kitap.

Tabii hal böyle olunca diğer sözde başlamalarımdan biraz farklı olmuştu süreç. Gerçekten de başlamıştım okumaya. Ama nasıl bir antiokuma neferiysem, tüm bunlar sayesinde bile sadece 80 sayfa okuyabilmiştim. Bırakış o bırakış...

Ve geçen hafta, artık okuma zamanı geldi diyerek aldım kitabı elime.

Öncelikle fazla bir yorum yapmayacağımı söyleyeyim bu sefer. Zira Hallac-ı Mansur biraz farklı tiplerdendir, kendimi yakın hissettiğim tarihi şahsiyetlerdendir. Eğer kişiliğiyle ilgili bir şeyler söylersem kitap güme gider.

Yaşadığı dönem itibariyle linç edildiği için hakkında sağlam kaynak olmadığına inanıyorum Hallac'ın. Nasıl olsun ki? İçinde yaşadığımız teknoloji çağı devletlerinin bile yakın geçmişleriyle ilgili yazılmış resmi tarihlerin ne kadar çarpıtılmışçasına yazıldığı çıkıyor her gün her hafta. Garibim 10. yüzyıl ortaçağı, nasıl objektif devlet tarihi yazsın!?

Onun içindir ki Hallac-ı Mansur hakkında okuyacağım her şeye, aslında doğru olmama ihtimallerinin ne kadar yüksek oldukları önkoşuluyla başlarım her defasında. Bu kitaba da öyle başladım nitekim. Gerçi bu sefer o kadar da zorlanmadım bu çabamda. Zira yazar sağolsun öyle bir kişilik çıkartmış ki ortaya, sanırsın melek. İnsanların Hallac'ın başındaki haleleri*** görmemeleri neredeyse imkansız yani, o derece :) Öyle bir adam yaşasa o dönemde bırak katledilmeyi baştacı edilirdi velhasıl.

Tabii eğer yazarı tanıyorsanız, nasıl bir beyin yapısına sahip olduğunu biliyorsanız bunlar çok da garip gelmiyor size. Hele bir de bu fikir yapısının, Orta Doğu coğrafyasını istedikleri gibi şekillendirme emellerini, bitmek bilmeyen çabalarıyla her daim yaşatan o kahrolasıca ekonomi-din politikasının fikri altyapısını oluşturduğunun farkındaysanız, her şey yerli yerine oturuyor.

21 yüzyıl İran'ıyla, 10. yüzyıl İran'ını gram farksız resmeden bir yazar, kusura bakmasın ama bunları duyar benden. Duymalı da. Tamam hani "siz kötüsünüz, pissiniz, barbarsınız, hani sizin o inandığınız din var ya feci feci, ııyyyy. Hayvanlara anlatsan, inanmaz beaa. Bırakın bırakın o dini siz" demek istiyorsun anlıyoruz da, abi biraz sakin ya. En azından ima eder insan. Ne bu şiddet ne bu celal hacım? Yetmedi mi asırlardır dökülen kan? Sanattan ne istersin breee adam?****

Neyse efendim, işte öyle işgüzar bir yazarımız var karşımızda. Belli ki bazılarının çok hoşuna gitmiştir bu çaba. Elimde tam da yazara göre bir şiir şerhi var, benden ona gelsin; İyi Adama Bir İki Soru. Ah Wolfgang'ım ah Günter'im ah Lerch'im :)

Kitaba dair şöyle de bir arka kapak yazımız var;
Adamın çaresiz bir şekilde oynattığı kolunun ucundaki korkunç yaranın çürümeye başladığı açıkça belliydi. Fakat bu kanlı et yığını tüm işkencelere rağmen insanlığından bir şey yitirmemişti. Çarmıhın önünde duran bir cellat, işkence gören adamın vücuduna iki çivi daha çakmakla meşguldü.

Çekici indirdiği anda adamın vücudundan fışkıran kan sütunu geniş bir kavis çizerek meydanı kaplayan tozların arasına karışıyordu. Fakat kurban kahkahalar atarak öyle bir gülüyordu ki, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyordu. bunun sebebi çektiği şiddetli acı olabilr miydi?

Rüstem Efendi'nin sesi duyuldu: "Bu alem el-Hallac."

Haşiyecikler:
* Kabul et güzel espri :)
** Abi gaza gelmişsin bir anını anlatıyorsun. Şöyle ağız tadıyla "o zamanın parasıyla ne paralar ödedim beaa" diyemiyorsun :) Eflasyona alışmak mı, eflasyondan kurtulmak mı daha iyi/kötü bilemedim şimdi :)
*** Yazarken aklıma geldi, paylaşayım dedim efendim. Bi de bunun şarkısı vardır; Beyonce-Halo. Dinlerken halkaları gördüğüm olmuştur, daha ne diyim :) 
**** Tabii ki abartıyorum :)

11 yorum:

  1. Feci olmuş ki. Gül gül yarıldım :) Ağzına sağlık. Devam....

    YanıtlaSil
  2. Ağzına sağlık, eğlenceli olmuş yine. Yeni kalktım, güzel gitti uyku üstüne :)

    YanıtlaSil
  3. Şu haşiyecikler beni bitirdi:) Hele ** ve *** süpperler. Çok Muzipsin ama ya!:) Kesinlikle devam!

    YanıtlaSil
  4. Alkış alkış alkış. Keşke hergün yazsan?

    YanıtlaSil
  5. :)

    Ağzına sağlık. Yalnız bir şey merak ettim, kitabı öneriyor musun?

    YanıtlaSil
  6. @Ahunur
    Ne güzel isim o öyle :)

    Sağolasın. Ben genel itibariyle hiçbir kitabı-filmi veya başka bir üretimi önermemezlik etmem. Ama okunmalı gibi laflar etmememe bakılırsa o kadar da ateşli değilim öneri konusunda :)

    YanıtlaSil
  7. Ağzın bal yesin emi. Süperdi yine.

    YanıtlaSil
  8. Şu akıcılığa bak ya rabbim. Eline ağzına sağlık. Keşke her şeye yazsan şöyle. Pazar pazar iyi geldi. Ama artık oku sen de değil mi :)

    YanıtlaSil
  9. Seni bravo diyorum. Eline diline sağlık.

    YanıtlaSil
  10. Yazıdan sonra kitabı okumayacağım ama keşke sen yazsan bir şeyler de okusak. Yazsana yazsana :)

    YanıtlaSil
  11. Haşiyecikler :)

    Ağzına sağlık.

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...