1 Kasım 2011 Salı

21-31 Ekim 2011 Filmleri

Bu 10 günde ayrı başlık açılan tek film oldu. İzlemenizi kesinlikle tavsiye edeceğim bir film. Üstüne tıklayarak ilgili yazıya gidebilirsiniz. Diğer filmler de olağan sayfa düzeniyle aşağıdalar.

The Tree of Life



Bazı filmler vardır, kaliteleri namına varlık gösteremeyebilirler fakat senaryoları öylesine sıcak, öylesine içtendir ki tüm defoları görünmez olur. Özellikle spor gibi mental yönü, hayatı kavrama gibi konulardan çok daha aşağıda olan temalarda hayat bulur bunlar. Zira futbolla, basketbolla veya diğer herhangi bir branşla hastalık derecesinde ilgilenmek için az biraz basit olmak lazımdır ve o basitliğin içinde karşı konulamaz bir samimiyet olmalıdır.

Bu film de, işte bu samimiyetin temsilcilerinden biri. 1930'da Uruguay'ın başkenti olan Montevideo'da düzenlenen tarihin ilk dünya kupasına katılma serüveni diyebileceğimiz bir hikayesi var. Ufak bir kasaba ve futbola hastalık derecesinde bağlı birkaç insanın ufak hikayeleriyle de zenginleşince, filmin tek kozu samimiyet olmuş çıkmış.

Film bu haliyle inanılmaz derecede Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmini hatırlattı bana. Ama bizim film daha iyi :) Her şeye rağmen dikkat çekmeyi başaran bir Sırp filmi. Doğu Avrupa'dan da bu şekilde filmler çıkması sevindirici.

Montevideo God Bless You (2010) 5 / 10



Tokat gibi bir film. Gibisi biraz fazla bile. Sovyet dönemindeki Romanya'nın son dönemini mükemmel aktarmış Cristian Mungiu; hem güzelce yönetmiş hem de gerçekten kolay kolay unutulmayacak diyalog sahneleri (en az 3-4 tane) yazmış.

Atmosfer yaratma dediğimiz şeyin dersi verilmiş olabilir bu filmde. Gerçi bir iki defa daha izlemek lazım olabilir tam olarak idrak edebilmek için ama aklımdan çıkmayacak bir 'karanlık' vardı bu filmde. Hem de arka fonu öyle bir korkuyla kaplıydı ki bu karanlığın, sanırsınız Sovyetler Birliği hala yaşıyor!

Hele bir doktor karakteri var ki, elemanı bulup zorla oynatmak lazım her filmde. Filmin üzerine kurulduğu güç-hak ikilemini öyle bir koyuyor ki ortaya bu karakter, kurduğu psikolojik baskının kurbanı siz olup çıkıyorsunuz.

Filmi izleyip de şöyle parıl parıl bir gün ışığı istemeyen olmayacaktır sanırım. Karamsar bir döneminizde izlememeniz şiddetle tavsiye olunur. Çok vuruyor film. En ama en dolusundan bir;

4 Months, 3 Weeks & 2 Days (2007) 8 / 10



Devam filmi gibi olmayan devam filmlerinden biri daha. Animasyonlarda daha sık görülüyor bu durum. Zaten türün genel hedef olarak belirlediği kitleyi düşündüğümüzde öyle de olmalı sanki. Çocuklardan birbirleriyle alakalı filmlerdeki bağlantıları akıllarında tutmalarını beklemek pek gerçekçi değil. Dahası ilk filmi izleyen çocuk, ikinci film çıktığında evlenmiş bile olabiliyor çoğu zaman :D

İlk film ayarında olmuş Cars 2. Başrol değişmiş. İlk filmde olup ikinci filmde olmayan karakterlerin eksikliklerini hissettirmeyen yeni karakterler monte edilmiş. Ve belki de filmin en albenili kısımlarından olan Cem Yılmaz dublajını da buna borçluyuz. Başrol olmayan bir arabanın dublajını üstlenmiş Cem Yılmaz ve her zamanki gibi müthiş bir seslendirme yapmış.

Her animasyondan sonra boynuma borç bilirim, Türkiye'nin dublaj konusundaki yetkinliğini belirtmeyi. Bu film de onlardan biri. Genel olarak herkes çok güzel seslendirmiş. Bu tür filmleri sakın orijinal sesleriyle izlemeyin :)

Cars 2 (2011) 6 / 10



Önce bir durmak lazım bu tür filmleri izlemeden. Ne beklediğine karar verip öyle izlemeye başlamak lazım. Eğer dünya meselelerine köklü çözümler, tarihi olaylara entelektüel bakışlar bekliyorsanız hiç bulaşmamanızda fayda var. Zira tamamen gişe amaçlı film bunlar.

Neden mi söylüyorum bu bilinen şeyleri? Çünkü izledikten sonra hala bunların yokluğunu kabullenemeyen insanlar oluyor. Gerçekten şaşılacak durum. Film bence ne vaat ediyorsa sonuna kadar veriyor onu. Tamam belki bir Iron Man gibi değil ama zaten normal olmayan Iron Man'di. Marvel evreni için oldukça uygun bir film olmuş diyebilirim kısaca Captain America'nın ilk filmine..

Filmin sonu oldukça iyi bağlanmış. Ben izlemekten hala keyif alıyorum bu süper kahramanları. Belli ki The Avengers'tan sonra bile arkası gelmeye devam edecek. Beklemiyorum gelmelerini ama gelirlerse de izlememezlik etmem sanırım :)

Captain America: The First Avenger (2011) 5 / 10



Animasyonlardaki seslendirmeler çok başarılı diyoruz ya hani, işte o başarının hası var bu seride. Po'yu Okan Yalabık'tan başka kim seslendirebilirdi ki acaba bu kadar güzel? Po'nun 'korkusuz korkak' triplerine, fırlamalıkla karışık içtenliğine daha bir anlam yüklüyor Okan Yalabık. Çok başarılı gerçekten.

İlk filmdeki komedi yoğunluğunu bu filme taşımamışlar. Sanırım bu bilinçli bir tercih. Zira çok aşırı huzur teması vardı tüm animasyon boyunca. İç huzurdan tutun, duygusal sahnelere kadar etkileyicilik tavan yapmış pek çok yerde. Sadece duygusallıkla da kalmamışlar. Günümüz reel dünyasına yapılan sosyo-politik göndermeleri fark edememek bir hayli zor. Sadece kötü karakterin bombayla simgelenmesi ve kalesinin Pentagon şeklinde inşa edilmiş olması bile yetti bendenize.

Bu seri hep devam etsin. 3'le kalıyorlar genelde ama bu serinin gideri çok. Po'yu göstersinler sadece, yeter bana :) Animasyon severseniz Po'dan gayri kalmayın. Animasyonla aranız yoksa da, Po, size güzel bir ara yapacaktır sanırım :)

Sonu hatırına yukarı tamamlayaraktan;

Kung Fu Panda 2 (2011) 7 / 10



Uzun uzadıya değinmeye gerçekten gerek yok. İnanılmaz derecede 'sinema nedir' sorusuna cevap veren bir yapım 12 Angry Men. Filmin bu soruya cevabı, benim de cevabım olan senaryodur. Zira film tek mekanda geçiyor ve tamamen diyalog üzerine kurulu. Alıp tekrar tekrar izlenesi bir şey!

Filmin konusunu bilmeyen yoktur. Gerçi benim de konu yazdığım yoktur ama bu film başka. Bu filmde spoiler denen olay yok. Onun için rahat olunabilir :) Filme ismini veren 12 adam, bir mahkemenin jüri üyeleridir. Ve dava hakkında son kararı almak için bir odaya kapanmaları üzerine kuruludur. Film, bu kararın alınış sürecinde genel bir adalet algısı üzerinde durur. Ön yargının ne denli önemli bir şey olduğunu her sahnede kanırta kanırta vurgular. İlla izleyin.

12 Angry Men'e ya çok şey yazacaksınız ya da hiç yazmayacaksınız. Öyle bir filmdir kendisi. Ben yazılmasındansa izlenmesi taraftarıyım bu seferlik.

12 Angry Men (1957) 8 / 10



Son dönemde krizde olan 2 tür var sinemada. İlki, tarih boyunca hiçbir zaman arka arkaya süper filmler çıkaramamış korku türü. Diğeri ise korku türünün aksine, her daim iyi örnekler verebilmiş olan komedi türü. Komedinin bu duruma düşmesinin farklı nedenleri olsa da, en büyük neden olarak günümüz gençliği gösterilebilir.

Ucuz komedi her zaman daha fazla tercih edilmiş olsa da, son zamanlarda istisnasız bir şekilde hitleşmiş durumda. Birbirinin aynısı olan komiklikleri arka arkaya kaç filmde görsek de, hala kemikleşmiş bir izleyici kitlesi hazır bulunuyor. Hal böyle olunca gözleri paradan başka çok az şeyi gören yapımcılar, komedinin bu ucuz türüne satıyorlar kendilerini!

Son dönemlerde işte bu ucuz olmayan komedinin örneklerine gerçekten hasrettik diyebilirim. Gerçi hiç yok değildi ama kendisinden söz ettirecek kadar ağırlığa sahip örnekleri gelmiyordu. İşte bu film, elinden hatta her bir yerinden tutulabilecek harbi bir komedi filmi olmuş. Bu sene beklediğim diğer sağlam komedilerin, tam anlamıyla bir habercisi olmuş çıkmış. Carnage'nin adını anmış olayım :)

Bridesmaids (2011) 7 / 10



Karşımızda, 'tanıtımlarıyla büyülenmiş gençlerin hüsranla karşılaşacağı filmler kuşağı' nın nadide bir örneği bulunuyor. Daha ilk teaseri bile çıkmadan, sadece filmin altında imzası bulunan J.J. Abrams ve Steven Spielberg isimleri yetmiş-artmıştı herkese. Hele daha sonradan bir teaser gelmişti ki, aman Allah'ım, o ne gizemdir.

Gelin görün ki filmin bu gizemle gram alakası yok. Kötü olmamakla beraber, tamamen 70 sonlarına ve 80 başlarına saygı geçidi gibi bir film olmuş. Bini bir para klişeler, gerçekten gereksiz espriler, zorlama sahneler... Yeniden söylemekte fayda var, kötü değil film. Ama o beklediğim şey olmadığı da çok açık. Hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmem lazım.

Daha önceden de ağır yaralar almış J.J. Abrams, bu filmle ölümcül bir darbe daha almış şahsımca. Buradan sesleniyorum kendisine, ürettiğin markan, hızla çöküyor kardeşim. Bir titre, bir toparlan, bir kendine gel arkadaşım.

Uzaylı muhabbetiyle dem vurulmak istendiğini düşündüğüm, güncel global siyasi eleştiriler sebebiyle üste tamamlayaraktan;

Super 8 (2011) 5 / 10



El Mariachi ve Desperado ikilisinin noktası. İlk filmin ruhunu kaybeden ikinci filmden de bir vites aşağıda olmuş Once Upon a Time in Mexico. Yine aynı patlamalar, espriler vs vs.

Serinin Hollywood'a manen taşınmasıyla kadrosunun yıldızlanma eğilimi aynen devam etmiş. Başrollerdeki Antonio Banderas, Salma Hayek ve Johnny Depp'in yanında Mickey Rourke, Eva Mendes, Danny Trejo, Enrique Iglesias, Willem Dafoe gibi pek çok üst düzey ünlü var filmde.

Bütün bu yıldızların içinden ayrılanı tabii ki Jonny Depp. Canlandırdığı karakter, sinema tarihine geçecek cinsten. Çok ofsayt bir eleman. Hem eğlenceli hem aykırı. Serinin en güzel yanlarından biri de bu kısmı aslında. Her üç filmde de göze batan karakterler, izleyiciyi yanına çekiyor.

Bu sefer müzikler olmamış. En üzüldüğüm kısım da burasıydı sanırım. İkinci filmdeki coşturucu ritimlerin yerinde yeller esiyordu.

Once Upon a Time in Mexico (2003) 4 / 10



'Ne desem ki şimdi? dedirten filmlerden biri Bisikletçi (Bicycleran/The Cyclist). Giriş bölümünde, dönem İran'ına en insani açılardan yaklaşması ve bu elde ettiği perspektifi geri kalan bölümlerinde gole dönüştürememesi gibi pek çok detayla da, çok şeyler sığacak bir hikayenin nasıl yazık edildiğinin örneği aynı zamanda.

Üzülmemek elde değil. Eğer yönetmen (aynı zamanda senarist), kendi emekleriyle izleyiciye vaat ettiği noktaları ustalıkla perdeye yansıtmayı başarabilseydi; belki de şuan İran sineması çok farklı yerlerde olabilirdi. Gelin görün ki, -gerçekten- çok güzel bir fırsat heba olup, iyi bir film olmuş çıkmış karşımıza.

Film, 1987 gibi günümüz modern teknolojisinden çok da mahrum olunmayacak bir dönemde çekilmiş olmasına rağmen feci halde teknik yetersizliklerle var edilmiş gibi duruyor. Gibi duruyor dememin tek nedeni, bu durumu anlayamamam. ''1987'de 1950'ler imkanlarıyla nasıl film çekilir'in cevabını mı arıyordu acaba yönetmen?' diye sormadan edemedim kendime. Zira film, teknik yetersizliklerin ardına sığınmayı, ta en başta kafasına koymuş zannediyorum. Yönetmen abi kusura bakmasın, naz makamımda bu tür bahaneler işe yaramıyor :)

Her şeye rağmen izlenmesi gereken bir film. Özellikle enfes müzikleri için bile izlenmeli. Şu filmi sırf müzikleri için bile koruma altına almak lazım. Mümkünse koruma altındayken başka bir yönetmen de güzel bir remakesini yapsın.

O güzel giriş kısmı ve her insana ayrı hisler canlandırması muhtemel sonu sebebiyle üste tamamlayaraktan;

Bicycleran (1987) 6 / 10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...