16 Haziran 2012 Cumartesi

08-15 Haziran 2012 Film Yorumları

Vakit kaybı olarak gördüğüm 0 filmle geçen bu haftaya güzel denilebilir sanırım. 3-4 tanesini de ayrıca önerebilir, hatta ısrar bile edebilirim. Türk filmi de izledim. Daha ne ister deli gönül :)

Yorumlara geçelim o zaman;




Fragmanlarının ilk yayınlandığından beri, nedense bir türlü ısınamadığım filmlerden oldu John Carter. Efektlere filan bakıyorsun çocuk filmi, konusuna bakıyorsun yetişkin filmi... Gariplik vardı ortada. Beklentim yerlerdeydi tabii. Nasıl olmasın, zıp zıp zıplayan bir bıdık vardı tüm fragmanda. Hele bir de uzay girince işin içine, garip uzaylı tasvirlerinden kaçmak her zaman kolay olmuyor. Meraklanmadım hasılı...

Ama beklendiğimden çok daha iyi bir şeyle karşılaştım. Sevdim diyeceğim ama o kadar da abartmaya gerek yok :) Anlatım konusunda zayıf olmasına ve uzun süresine rağmen gayet akıcı bir film çıkmış ortaya. Nasılsa "ağırlığım olan bir filmim ben hafız" demiyor kendisi de, ne yapalım çerezlik bir film olarak başarılı bulmaktan başka çare yok.

Son dönem çıkan boxoffice filmlerinin yanında eli yüzü düzgünlerden biri olduğu konusunda garanti verebilirim. Kafam rahat film izlemek istiyorum diyenler deneyebilir. Beklenti düşük olsun, düşük beklenti güzeldir :)

John Carter (2012) 5 / 10



Çok doluyum şu komedi konusunda. Harbi harbi komedi filmi çekmeye niyet etmiş çok az yönetmen var, tabii harbi harbi komedi yazmaya niyet etmiş senarist de. Bu filmi sırf bu açıdan bile sevdim. Harbi harbi bir komedi oluyor kendileri. Yalnız sıkleti üst düzey değil. Ne yazık ki değil!

Filmimiz bir romandan uyarlama. Okumak için devamlı niyetlendiğim bir romandan hem de. O sebeple erteliyordum filmi biraz da. Ama nedense okumadan izlemeye karar verdim ve çıktı gitti aradan. Yanlış yaptım. Aynı durumda olanlar varsa önceliği kitaba versinler. Bende nedense birkaç yer muallakta kaldı. Rahatsız oldum. Genel olarak sevdim filmi ama o havada kalan yerler dolayısıyla sıkletini düşürdüm.

Kitabı okumam artık garanti. Sırf o havada kalan yerler için bile okuyacağım. Ve her zamankinden daha merak ediyorum şimdi. Zira filmdeki anlatımsal kurgu aynen kitaptan alınmışsa, çok güzel ve de farklı bir şeyle karşılaşacağım diyebiliriz.

Efendim, oyuncular filan süper olmuş. Lakin müzikler efsaneye yakın. Sadece müzikler için bile izlenebilir. Sonuç olarak, övdüğüm filmler listesinde kendine yer buluyor Everything Is Illuminated ve müzikler başta olmak üzere birkaç sebepten dolayı yukarı tamamlayaraktan puanımızı veriyoruz;

Everything Is Illuminated (2005) 6 / 10



Farklı filmlerim vardır. Kolaylıkla söyleyebilirim ki, bu listem artık +1 durumda. Anlatımı, kurgusu, anlattığı şeyleri aktarırken ki alıntısal kıvraklığı vs gibi pek çok şey sayılabilir bu farklılıkları var eden argümanlara dair. Evet evet kesin o filmlerden biri Dzien swira. Gerçi orijinal isminden bir şey anlaşılmıyor, biz ona Day of the Wacko diyelim. Meali Kaçığın Günü.

Film gerçekten de öyle. Bir kaçığın günü. Ama aslında hepimizden biri. Herkesin kendisinde bir şeyler bulabileceği biri. Sanırım bu sebeple biraz da rahatsız edici bir film oluyor kendileri. Zira dıştan kendinize baktığınızda, karşılaştığınız gerçekler bazen rahatsız ediyor bünyeyi.

Tespitlerinin çok büyük kısmı herkesin üzerilerinde mutabık kalacağı cinsten. Bir kısmı da, bu tespitlerin bir filmde yer bulmasına yardımcı olmasının getirdiği uçukluklara haiz. Dolayısıyla göz ardı edilebilir durumdalar.

Güzel film. Ziyadesiyle sevdim. Polonya sinemasına selam olsun. Her taraftan her türlü şey çıkabilir. Hissemiz de bu olsun gece vakti :)

Dzien swira (2002) 7+ / 10



İşgal öncesi Irak'ında tam bir korku öğesi olan Uday Hüseyin'in ve onun dublörlüğünü yapması için zorlanan Latif'in hikayesi. Biyografi tadında bir film ama belli bir kesimi konu ediyor. Tam bir biyografi olmadığını bilmek iyi olabilir.

Filme dair söylenecek pek bir şey yok ama film üzerine çok şey denir. Zira Uday Hüseyin tam anlamıyla bir psikopat. İşgalin ilk başladığı zamanlar bile üzerinden politika üretiliyordu. Abd, yaptığı işgali haklı çıkartmak için Saddam Hüseyin kadar Uday Hüseyin'i de hedefe koymuştu. Hani öldürür de halkı yanına çeker diye. Hatta işgalin başlarında bunu başardı da. 4. veya 5. aydı sanırım. Kardeşiyle beraber öldürmüştü Uday'ı Abd.

Filmde övgüyle bahsedebileceğim yegane şey, hem Latif'i hem de Uday'ı canlandıran Dominic Cooper'in göz dolduran oyunculuğu. Öyle yukarılarda bir performans değil belki ama inandırıcılık konusunda, filme nazire edercesine başarılı.

Film biraz uzun tutulmuş. En bariz olumsuzluğu da bu. 109 dakika yerine 85-90 dakika olsaymış çok daha iyi olabilirmiş.

The Devil's Double (2011) 4 / 10



Norveç sinemasının yeri ayrıdır. Özellikle Kuzey Avrupa'nın incisidir gözümde. Pek çok güzel örnek sunmuşlardır sinemaya. Hak ettikleri bir 'itibar'ları vardır hasılı :)

Şimdi efendim. Nasıl demeli, nerelerine değinmeli bilmiyorum. Sadece Norveç sineması açısından değil, son zamanlarda izlediğim en dolu filmlerden biri Hodejegerne (Headhunters/Kafa Avcıları). Tüm tanıtımlarda üstüne basa basa survivor filmi deniliyordu. Alakası yokmuş. Üzerine konuşa konuşa bayağı vakit geçirilecek filmlerdenmiş meğerse. Şu, filmi nereleriyle izlediğini merak ettiğim, insanların sinema yorumlarına da bir atıf olsun. Arkadaşım sadece yorum yapmak için yapmayın :)

Filmin pek çok sahnesinde, Baudrillard'en tutun da kimlere kimlere kadar, diyebileceğim düşünürlerin argümanları canlandı zihnimde. Bu kadar örtülü bir postmodern eleştirisi görmemiştim 2011'de. Saygılar sunmak şimdilik en iyisi. Ama kesinlikle üzerine bir şeyler yazılası filmlerden.

Uno ile tanıdığımız, Max Manus ile safları sıklaştırdığımız Aksel Hennie yine güzel bir performans göstermiş. Takipteyiz kendilerini.

Bir de bu filmin Hollywood uyarlaması gelmezse ben de bir şey bilmiyorum. Hatta anlaşmalar yapılmış bile olabilir. Çekilmeye filan başlanmış da olabilir. O derece :)

Hodejegerne (2011) 7+ / 10



İlk filmin biraz değil bir hayli gölgesinde kalmış. Şöyle ki, bu sefer öyle üzerinden gidilen bir hikaye bile tam olarak var denemez. Hal böyle olunca biraz düşüyor filmin ortaya koyduklarının değer hacmi.

Ama Happy Feet'tir yani. Her türlü izlenir kanımca. İlk filmdeki bıdık bu sefer baba. Yine kendisinden beklenen bir baba profili çiziyor. Bıdıklığının baba halini merak ediyordum, cevabı almış oldum. Her türlü ders verir bir hali var. Amaç da bu değil mi animasyonlarda?

Efendim bu filmden beklentim çoktu. Biraz da bu sebeple başarılı bulamadım zannedersem. Sofía Vergara, Robin Williams, Elijah Wood, Pink, Hugo Weaving, Brad Pitt, Matt Damon gibi say sayabildiğin kadar ünlü vardı dublaj castında. İnsan bu isimleri görünce bir duruyor tabii. Beklenti de yükseliyor. Şu kadroya bu film hiç olmamış.

Yine de izlenir. Çoluk çocuk için ideal serilerden biri Happy Feet. Çevrede ufaklık varsa, çizgi film de izlemek isterse akılda olsun :)

Happy Feet Two (2011) 3 / 10



Bu filmi bugüne kadar neden izlemedim, şaşkınım. Çok garip. Ayıplıyorum kendimi.

Bu kadar üst perdeden bir savaş filmi çok az hatırlıyorum. İzlediğim savaş filmleri arasında, en kötü ihtimalle, en iyi 30 tanesinden biridir Idi i smotri (Come and See). Hatta film demek abes olabilir. Zira biri çıkıp "film filan değil bu, ağzını topla" dese, hiç ama hiçbir şey diyemem. Ufak bir onaylayıcı baş hareketi yapar otururum. O derece suskunluklara gark edici bir havası var filmin.

2. Dünya Savaşı özelinde Rusya-Almanya ilişkileri (her türlü) üzerine mesai harcamış biri olarak ilgili döneme haiz gibiyimdir. Biraz bu sebeple sanırım, filmin gerçekliği çok fena çarptı. Yakılan köyler, işkence edilen köylüler... Tüm olaylar kör göze parmak dolaylarından yansıtılmış filme. Süper de olmuş.

Yalnız şöyle bir durum var. Film oldukça belgeselimsi. Hani uçtulu kaçtılı veya hızlı akan filmler seviyorsanız bayağı bir sabırlı olmanız ilgili filme. Ama yine de izleyiniz efendim.

Hele bir final var... Değinmemeyi umarım başaracağım. Unutulmaz sahnelerim arasına şimdiden girdi. Mükemmel, enfes, inanılmaz bir final. Düşünenin aklını öpeyim.

Idi i smotri (1985) 7+ / 10



Üçlemeye çok oldu başlayalı. Serileri bir anda bitirmemek gibi bir yeteneğim olduğundan hasıl, 6-7 aya yayarak izledim ilgili seriyi. Çok güzel oldu. İzleyecek olanlara tavsiyedir.

Efendim. Kısa yazmak gerçekten zor oluyor bu filmlere. O yüzden hiç girmeyeceğim içeriğine. Hafif bir eleştiri yapıp kozama çekileceğim.

Üçlemenin en iyi filmi Bal'dır demek istiyorum. 1. film olan Yumurta esrarengizdi, 2. film olan Süt serinin en zayıfıydı. Bal biraz farklı diğerlerinden. Sadece kalite olarak da değil. Atıf mekanizması bir hayli yoğun. Diğerlerinde de sahne irdelemesi yapılabilir durumdaydı ama Bal'da işler evrensel dünyaya açılmış. Açmayacağım :)

Ben çok sevdim. Hatta sanıyorum ki, son zamanlarda izlediğim en güzel Türk filmidir kendileri. İzlemeyenlere hemen izlemelerini salık veririm. Türk sinemasından böyleleri kolay kolay çıkmıyor. Kıymeti bilinmeli.

Son olarak spoilerli bir satır yazayım, kapatalım mevzuyu. Filmin başındaki rüya anlatımı sahnesi çok iyiydi. Rüyaların orta yerde anlatılmayacağı ikazı eğlendirdi gece gece. Eline sağlık Semih Kaplanoğlu.

Bal (2009) 7 / 10

1 yorum:

  1. Adını duymamıştım bir iki filmin. Yazıdan sonra izledim. Çok sevdim özellikle Dzien Swira'yı. Şu stil yorumlarını çok seviyorum. Devam edeceksin değil mi :)

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...