22 Şubat 2011 Salı

The Fighter (2010) - Christian Bale Oynuyor, Biz De İzliyoruz...


Senenin hit filmlerine devam ediyorum. Sıra, fragmanı çıktığından beri hasretle beklediğim The Fighter'da.

"Ne diye hasretle bekliyorsun" diyenlere tek cevabım vardı en başından beri; Christian Bale. Sıra sıra değişse de aktif aktörler arasında her zaman ilk 3'tedir kendisi. Rollere girme konusunda eline su dökebilecek çok az insan var bence. Sadece Makinist filmi için verdiği 30 kg bile saygı uyandırır. İşte bu yetenekli abimiz her nasıl oluyorsa, Oscar tarafından hiçbir şekilde ödüllendirilmiyordu. Bırakın ödüllendirilmeyi, görülmüyordu bile. Hiç adaylığı yok Oscar tarihinde. Bu filmin benim için belki de en önemli noktalarından biri bu açısıya sahip olmasıydı. Burda bir noktalı virgül atıyoruz.


Filmi ilk olarak Mark Wahlberg'ten duymuştum. 2005 veya 2006 yıllarında olması lazım. The Departed filmi hakkında konuşuyordu, dolayısıyla 2006 yılı olma ihtimali daha yüksek. "Bundan sonrası için ne düşünüyorsun" temalı sorulardan birine "boks filmi yapmak istiyorum" demişti. Tabii ilk bakışta biraz garip geliyor. Mark Wahlberg dediğin, yüksek bütçeli filmlerin yer yer yan, yer yer de baş rolünde oynayan bir oyuncu. "Ne diye yapmalı etmeli konuşsun ki" demiştim içimden. Daha sonra öğrendim ki abimiz, türlü açılımlar peşindeymiş. Zamanla bu yolda ilerledi ve kendisi artık hem oyuncu hem de bir yapımcı. Sanırım bunda The Departed'da çalıştığı Martin Scorsese'nin etkisi fazla. Bilmiyorum geçmişlerini ama her şey orada düğümleniyor gibi. Belki daha önceden de tanışıklıkları vardı ama The Departed'dan sonra hem yapımcılığı düşünmesi hem de The Fighter'ı dillendirmeye başlaması bunun olasılığını artırıyor. Buraya da atalım bir noktalı virgül.

Rocky'yle büyüyen bir nesiliz biz. Gördüğümüz her boks filmini onun bir türevi gibi sayarız. En son 2005'de Russell Crowe'la Renee Zellweger'in oynadıkları Cinderella Man, bu yükü biraz da olsa aldı Rocky'nin üstünden. Ama Rocky hala baskın boks filmi olarak devam ediyor. Bu filme de, ilk haberleri geldiğinde Rocky tarzı demişlerdi. Filmi izledikten sonra kesin kanaatim Rocky'den fazlaca uzak, Cinderella Man'den uzak bir film olması. İlla da bir boks filmiyle benzetme çabasındaysak, Raging Bull fazlasıyla işimizi görecektir.


Bir yukarıdaki noktalı virgülden şimdi devam edebilirim. Evet illa da bir filme benzeteceksek The Fighter'ı, Raging Bull olmalı o film. Raging Bull 1980 yapımlı ve 8 Oscar adaylığı olan bir Martin Scorsese filmi. Onda da bir boksör var ve o da The Fighter gibi boksla hiç alakası olmayan bir film aslında. İkisi de biyografi temelli, en babasından drama. Mark Wahlberg'in izlenti geçmişinde bu filmi izlememiş olması imkansız. Üstüne bir de The Departed'da Martin Scorsese ile çalışınca, önceden tanışmıyor olsalar bile The Fighter'ın ilk temeli atılmış Mark'ın zihninde.




Şimdi de ilk noktalı virgülden devam edebiliriz. Mark'ın Martin Scorsese ile tanışıp üstüne Raging Bull ayarında bir film yapıyor olması, bunun da üstüne yine 2006'daki The Departed'la En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu adaylığı alması zihnimde Oscar için çekilmiş bir film olduğu imajı oluşturmuştu. Çünkü anladık ki Oscar kurulunun zihni sabit ve belli bir türe ödül veriyor. O türün dışında, karşılarına dudak uçuklatan bir yapımla çıksanız bile tınlamıyorlar.

Christopher Nolan en güzel örneğidir sanırım bunun. Sen git Memento gibi upuçuk bir film yaz-yönet, sonra Batman serisine yeniden can veren Batman Begins'i yaz-yönet, sonra The Prestige gibi anlata anlata bitirilemeyecek bir film yaz-yönet, hemen akabinde yeniden can verdiğin Batman serisini uçuran bir The Dark Knight yaz-yönet, bunlar yetmez gibi belki de gelmiş geçmiş en iyi film listelerinden hiçbir zaman çıkmayacak bir Inception yaz-yönet ama Oscar kurulu yan gözle bile bakmasın sana. Ödülden geçtim, bir tanecik adaylık bile vermesin hiçbirine.

Tabii bir de güncel örneğimiz var. Hatta bu örneğin bir işlevi daha var. Örneklikle kalmıyor, üstüne bir de kanıtlık yapıyor. Tabii ki David Fincher. Se7en ve Fight Club gibi filmler çekip, sıfır adaylıkla öylece ortada kaldı bu güzel abimiz de. Sonraki yıllarda çarkı gördü, ve oyunu kuralına göre oynamaya karar verdi. İlkin 2008'de The Curious Case of Benjamin Button ile adaylık kaptı. Baktı doğru yolda bu sene de The Social Network'le turnayı gözünden vurdu ve Akademi'nin neredeyse en gözde filmini çekti. Diğer 2-3 filmin şansı olsa da şuan The King's Speech'le beraber heykelcik için şansı en yüksek film The Social Network.

Şimdi bunlara neden mi girdim? The Fighter işte bu sebeple önemliydi. Mark Walhberg de David Fincher gibi çarkı öğrendi ve ona göre 5 yıla yakın hazırlık yaparak bir film çektirip oynadı. Haliyle ilk haberler geldiğinde bayağı bir heyecanlanmıştım. Ne de olsa çarka göre çekilen bir filmde oynuyordu Christian Bale ve adaylığı neredeyse cepteydi. Derken fragman geldi. İzleyen herkesin görebileceği üzere, Christian Bale yine enfes performanslarından birini sergiledim diye bağırıyordu. Ve nihayet filmi izledim.

Film neredeyse Christian Bale için çekilmiş. Resmen döktürüyor. The King's Speech'teki Geofrey abinin performansı da iyi hoş ama Christian Bale kesinlikle çok daha önde. Filmin başrolünde Mark var ama izleyen 100 kişiye sorsak başrol kim diye, kesinlikle daha fazla sayıda kişi Christian Bale'i seçer. Yine bir arıza çıkarıp vermezlerse, bir şey demiyorum Akademiye.

Film dediğim gibi bir boks filmi değil. Öyle bir beklentiyle izleyecek olanlar kalkışmasın bile. Bu tür bir beklentim olmamasına rağmen ben bile sıkıldım filmde. Özellikle birkaç sahne gerçekten senaryoya hiç katkıda bulunmuyor. Sanırım burada senarist grubun etkisi bir hayli fazla. Senaristlerden hiçbiri üst sınıf değil ve teki dışındakilerin ilk filmi. Hal böyle olunca, üstüne bir de "based on a true story (gerçek hayattan uyarlama") olunca film, senaristler altında kalmış yapımın.


Bununla beraber dramı çok sağlam filmin. Oyuncular da duyguyu geçirmede bir hayli başlarılı olunca, garip bir tamamlama durumu olmuş. Özellikle Mark Wahlberg'ten bu kadarlık bir performans beklemiyordum. Kendini biraz aşmış bu filmde. Onunla beraber Doubt, Julie & Julia ve Leap Year'la dikkatimi ziyadesiyle çeken Amy Adams da güzel iş çıkarmış. Kesinlikle kariyer rekoru kırmış performans olarak. Ve haklı olarak 3. Oscar adaylığını kapmış.

Bir de kişisel bir teşekkür edeyim filme. Fighter kelimesi bu filme değin her zaman Christina Aguilera'yı anımsatmıştır bana. Artık bu film geliyor. Sevmediğim birini istemsiz bir şekilde anımsamak gibisi yoktur. Teşekkürler The Fighter :D

7 / 10

1 yorum:

  1. Eline sağlık. Farklı bir bakış :) Ama haklı gibisin. Sayende Nolancı oldum ben de. Maşallah her yazıda bir Nolan'dır gidiyor :)

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...