11 Kasım 2011 Cuma

01-10 Kasım 2011 Filmleri

Güzel filmleri sıkıştırdığım bir 10 gün oldu Kasım'ın başı. The Hours gibi neredeyse enfes bir filmle başladım, V for Vendetta gibi enfes bir filmle devam ettim (ki 4. tekrar oluyor) ve Vals Im Bashir gibi çok etkileyici bir animasyonla noktaladım bu periyodu.

The Hours ve V for Vendetta yazılarına, film isimlerinin üstlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. Diğer filmlerin yorumları da yazının devamında.

-The Hours (2002)
 -V for Vendetta (2005)


Hollanda'nın medarı iftiharı niyetine dolanıp duruyordu bu film etrafta. 2. Dünya Savaşı konulu olduğu için de her daim izleme listemdeydi. En nihayetinde izleyebildim. Değerlendirmesi zor bir film olmuş. Kesinlikle kötü bir film değil. Aslına bakarsanız iyiden biraz daha iyi bir film bile denebilir Zwartboek'e.

Dönem filmlerinde (özellikle de 2. Dünya Savaşı dönemi) en temel öğe her zaman mekan inandırıcılığıdır. Bunun hemen ardından savaş kasveti gelir. Bu filmde ikisi de oldukça başarılı. Lakin savaşın o çıplaklığını yansıtmak yerine başka konulara girmeyi tercih etmişler.

İşi gücü bırakıp filmi analiz etmeye kalktığımızda yaklaşık olarak 3-4 bölüme ayırabiliyoruz filmi. Bir dönem filminde, özellikle de savaşta geçen bir dönem filminde, bu riskli bir tercih. İzleyenleri savaşın kasvetinden olabildiğince koparıyor filmin hızlı temposu. Tabii işin içine giren sürprizler de olunca hepten kopukluk hissi oluşuyor.

Her şeyine rağmen iyi bir film demekle yetineyim. Soğumama sebep olan sonu olmasaydı kolaylıkla üste tamamlayabilirdim. Ama imkanı yok bu durumda :)

Zwartboek (2006) 6+ / 10



1992 yılı itibariyle en iyi Batman filmidir benim için Batman Returns. Tim Burton'un karakteristik temalarının neredeyse hepsini, Batman gibi çizgi roman patentli bir süper kahraman filminde görüyoruz. Soğuk, gece, kış, kar, noel, karakterin kendini keşfi, maskeler... Tabii bunların yanında Gotham'ın kasvetini de atlamamış 'garip' yönetmen.

Yeni Batman serisi çekilmeseydi veya yeni seriyi Christopher Nolan ele almasaydı muhtemelen en iyi Batman filmi olarak kalacaktı, bu serinin ikinci filmi olan Batman Returns. Sadece hafızalara işlediği Catwoman bile yeterli bunun için. Hatta Daha sonraları çekilen Catwoman filminde rol alan Oscarlı oyuncu Halle Berry'nin ağır eleştiriler almasını sağlayacak kadar oturmuş bir karakterdir Kedi Kadın. Michelle Pfeiffer'e selam olsun :)

Yine de Tim Burton'un bu filmle beraber Batman olayından elini eteğini çekmesine sevinmişimdir her zaman. Tim Burton kendi dünyasını vursun perdeye. Batman gibi yeniden yorumlandığı zaman ele avuca gelmesi imkan dahiline giren karakterler hiç Tim Burton'a göre değil.

Seriye devam etmeyi düşünüyorum. İyi bir tekrar oluyor. Ama Tim Burton'unkilerden sonra Joel Schumacher'inkiler nasıl çekilecek meraktayım :)

Batman Returns (1992) 6 / 10



Ağır bir film demekle başlamalı Solaris'e (Solyaris). Anlaması imkansız, mana yüklemesi zor, hazmetmesi de en yavan tarifiyle zaman alan bir film. Bunların yanına, felsefik bilim-kurguya aşinaysanız da, sevmesi kolay bir film olduğu eklenebilir.

'Ben olsam' ne yapardım sorusuyla pek çok kez karşılaşacağınız sahnelerle dolu olması, insanı içine çeken en büyük özelliği filmin. Kitabını okumadığımdan pek çok imgelemi havada bıraktığımı itiraf etmem lazım. Filmin ne dediğini anladıysam da genel bir rahatsızlık duyuyorum şuan. Belki okumaya karar verdiğim kitabı ve Hollywood uyarlamasından sonra her şey daha bir oturur. O zamana kadar saygın yerini koruyacak bende Solaris. Ama o kadar. Ne çok büyük manalar verip yücelteceğim ne de anlaşılmaz diye etiketleyip yerin dibine geçireceğim.

1972 senesi itibariyle öngörüsü sağlam bir film olduğunu da eklemeliyim. 5 dakikalık bir otoban sahnesi var ki, dönem 'Rus toprakları' için ne denli ütopik bir şey olduğunu izleyen herkes hemen anlamıştır sanırım. Sahnenin çekildiği yerin, gelişmişliğine ve alfabesine bakarak, Japonya olduğunu söyleyebilirim.

İzlediğimden dolayı mutlu olduğum filmler listesine girdiği için, gönlüm rahat bir şekilde;

Solaris (1972) 7+ / 10



'Hindistan sokaklarına dair yalın gerçekler' temalı bir film. Benzerleri gibi yaptığı en iyi şey, 'gerçek'ten yapılmış oklarla hedefi tam on ikiden vurmak. Bunu yaparken bazı farklı olgulara (toplumsal adaletsizlik, ekonomik adaletsizlik, hukuki adaletsizlik) üstünden de olsa değinmeyi tercih etmiş yönetmen. İyi de yapmış. Ama keşke biraz daha derine inseydi.

Yönetmenle herhangi bir yakınlığım yok ama klasik 'kadın eli' yok bu ablada. Dolambaçları sevmiyor. Direkt olarak söylüyor içindekini. Senaryoya netlik kazandırırken bir yandan da düzlük aşılıyor kurguya bu durum. İyi mi kötü mü karar verebilmiş değilim şimdilik. Önümüzdeki filmlerde bakacağız :)

Öyle veya böyle izlenmesi lazım bu tür filmlerin. Bir Cidade de Deus tadı daha almak isterseniz deneyin derim. Belki Hindistan masumiyeti daha da etkiler bazılarını...

Salaam Bombay! (1988) 6+ / 10



Onu bunu bilmem, sinemaya Tom McCarthy gibi birisi de lazım. Tamam hep aynı telden çalıyor ama çok leziz bea. Hatta sinemadan önce 'birleştiğini iddia eden hegemonik güce' lazım bu eleman ve bu elemanın söyledikleri.

Aile bağlarındansa insani bağların daha güçlü olduğu vurgusu, şuanda tüm zamanlardan daha da özlemini çektiğimiz bir şey. The Visitor'la zirveye çıkmıştı bu söylem ama bu filmle de güzelce yakalanmış aynı ton. Gerçi The Blind Side'den sonra çekilmiş olması, hafif bir tekrar havası vermiş hikayeye ama olsun. Dediğim gibi 'lazım lazım böyle şeyler'. Bazı tekrarlar güzeldir :)

Paul Giamatti'nin yeniden döktürmesine şahit olmak bile yeterli bu filme, izlemek için. Oyunculuk denen şeyi, ruhlarına işletmiş bazı oyuncular varsa onlardan biri kesinlikle Paul Giamatti. Her performansında ayrı bir saygı uyandırıyor kerata. İzlemeye doyamıyoruz efendim.

Bu tür filmlerdeki, o inanılmaz naif vuruculuğu, güzelce yansıtmasıyla kendime özel hit 2011 filmleri listeme girdi Win Win. Hasılı gönül rahatlığıyla üste tamamlayaraktan;

Win Win (2011) 7 / 10



Uzun zamandır izlemek istediğim bir seriydi. Yeni filmin de çıkmasıyla beraber başlamamak için bir sebep kalmadı, diyerekten başladık sonunda.

Beklentim fazlaydı. Hiç karşılayamadı. Gerçi bu filmde ters köşe olmamalıydım. Zira adından da belli zaten. Ama ben nedense daha sinemasal bir şey bekliyordum. Neyse... üzerine çok şeyler söylenecek bir yapım değilmiş.

Klasik bir dünya görüşü 'sebebiyle' çekilmiş film. Çok sıkıldım. Filmin girişinden sonra başlayan esas konuyla birlikte filmin ne olduğu anlaşılıyor ve ondan sonrası geçmek bilmiyor. Ne bir gıdım sembol kullanımı var ne de senaryoda zeka ışığı var.

Harbiden güzel olan giriş ve bitiş bölümleri hatırına yukarı tamamlayaraktan;

Planet of the Apes (1968) 5 / 10



İsrail nefretim büyüktür. Öyle böyle değil, çok büyüktür. Kelimeler yetmez, bu yüzden genelde büyük derim, çekilirim kenara. Ama bazı anlar gelir, yetmese de tüm kelimeleri sıralayıp yine de ifade ederim bu büyüklüğü. Bu ardarda nefret kelimelerini sıraladığım zamanların tekinde şunu fark etmiştim. Aslında bu elemanlara duyduğum şeyin adı nefret değildi. Olsa olsa acımaydı. Öyle bir acıma ki bu, tam anlamıyla nefret denen şeyi merkezinden kesen bir teğet. İşte bu yapım tam da bunu yeniden hatırlamama sebep oldu.

1982'deki Sabra ve Şatilla katliamları üzerinden genel bir psikanaliz koyuyor önümüze Vals Im Bashir. Bir ırkın nasıl bir düşünüş şekline sahip olduğunun ve tüm dünya ona karşıyken hatta nefretlerini kelimelerle anlatamaz haldeyken bile hala nasıl katliamlara devam ettiğinin (edebildiğinin) resmini koyuyor önümüze. Rüya yorumlamaları ve bunlara verilen bilimsel deney örnekleriyle beni benden aldı birkaç yerde.

Tamam güzel hoş film ama daha da önemli bir özelliği var bu yapımın. Tüm dünyanın içinde bulunduğu uyku haline bir nebze de olsa darbe indirir bir havası var. Tabii uykuya aşık bilinçler buna rağmen uyumaya devam edeceklerdir ama pek çok izleyen de istemli şekilde uyanacaktır birkaç sahne dolayısıyla.

Konu çetrefilli bir kere. Çok şey denir de... Neyse izlenmeli bu animasyon!

Vals Im Bashir (2008) 7 / 10

1 yorum:

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...