İçlerinden ayrı yazıyı hak eden birçok film olmasına rağmen sadece Melancholia filmine yazabildim. İzlemenizi ayrıca tavsiye ederim. Yazısı için filmin ismine tıklayınız.
- Melancholia
İsmini 11 Eylül'de hedefine ulaşamadan düşen kaçırılmış tek uçak olan United 93'ten alan bir film izlemeye kalkışsanız, ne beklerdiniz bu filmden? Hele de filmi yapanlar -görece- Amerikansa? Evet, ben de tam olarak bir propaganda filmi izleyeceğimi düşünmüştüm. Senaryosuyla ve araya serpiştirdikleri klasik oryantalist tonlar taşıyan -kendilerince- vurucu replikleriyle, öncelikle kendi insanları olmak üzere tüm dünyaya yeniden Amerikan propagandası yapan bir film bekliyordum. Sanırım The Bourne serisini çeken Paul Greengrass'i yeteri kadar göz önünde bulundurmamışım. Zira film propagandadan ziyade tam bir görüntüleme filmi olmuş. Senaryosuz, belgesele yakın filmlerden birini çekmeyi tercih etmiş aynı zamanda filmin senaristi de olan yönetmen.
Böyle olunca, senaryodan bahsetmek manasız bir hal alıyor. Valla garip oldum, tam olarak neyi nasıl değerlendireceğime karar veremez haldeyim şuan :) Görüntüler, resim açıları gibi teknik mevzular mükemmele oldukça yakın. Birisi çıkıp mükemmel dese, karşı çıkamam diyelim hadi :) Bununla beraber dediği bir şey yok. Hani utanmadan Amerikan propagandası yapsaydı bile daha hora geçerdi. Şu haliyle 11 Eylül belgesellerinden hiçbir farkı yok.
Oyunculardan da bahsetmek imkansız. Çünkü filmdeki başrol oyuncularda değil de 11 Eylül'de. Bununla beraber kurgusu gayet başarılı. Başlarda Amerika yerel saatleri arasındaki zaman farkından kaynaklandığını düşünseniz de tamamen gerçek zamanlı ilerleyen sekanslar, her daim tetikte tutuyor izleyiciyi.
Temiz bir film olur kendileri, diyerek ve hemen ardına çok güzel çekildiğini de ekleyerek puanımıza geçelim;
United 93 (2006) 6+ / 10
Bir Al Capone tarihi filmi. Muhteşem kadrosuyla göz dolduruyor. Hepsi birbirinden müthiş oynamış. Tabii içlerinden sıyrılanlar yok değil. Özellikle Robert De Niro, bambaşka oynamış. Bir opera sahnesi var ki, gülüyor mu ağlıyor mu belli değil. Sanırım uzun yıllar çıkmaz aklından o yüz şekli. Sean Connery ve Kevin Costner de bir hayli iyiydiler. Andy Garcia'nın gençlik halleri her zaman sevimli gelmiştir. Bu filmde de temiz yüzüyle dolanıyor etrafta genç polis rolünde.
Efendim, film üst düzey adayı bir film olmakla beraber vasatı kolaylıkla aşan bir film. Anlattığın dönem itibariyle 3 saatin altında film yokken, 2 saatlik film çekersen olacağı bu. Birçok mevzu üstün körü geçilmiş. Ama zaten diğer türdeşleri gibi ağır dram yerine suç filmi olmayı seçmiş gibi gözüktü bana. Araya serpiştirilen komedi de tadı tuzu olmuş.
Sadece Ennio Morricone'nin o karakteristik ritimleri için bile izlenir bu film ;) Bebek sahnesinin de katkılarıyla yukarı tamamlayaraktan;
The Untouchables (1987) 7 / 10
Filmin iki yönü var benim içim. İlki, izlediğim Türk filmleri arasında kesinlikle en iyilerden biri olması. Biraz zorlayıp liste yapsam ilk 20'ye kesin, ilk 10'a da büyük ihtimalle girer. İkinci bir yönü ise bir ilk film olması. Özcan Alper'in ilk uzun metraj filmi Sonbahar. İlk filmlere karşı olan engin hoşgörümü kullanmak bir kenara, sevmemeye çalışmama rağmen büyüledi pek çok yerde. Gerçekten helal olsun elemana, çok iyiydi. İzlemeyen varsa hemen bakınsın derim.
Film siyasi bir söyleme sahip gibi başlıyor. Tam 'yandık, kısır tartışmalar geliyor' derken hiç alakası olmayan, büsbüyük bir siyasi söyleme dönüşüyor girişteki o üslup. Sadece insanı, insanın kalan/kalmayan zamanına dair pişmanlıklarıyla karışık dik duruşunu, geç kalınmışlığı, geç bıraktırılmışlığı... pek çok okumaya açık bu büyük siyasi söylem.
Doğu Karadeniz'in müthiş doğasıyla bütünleşen müziklerle tam izlenesi bir film olmuş. Şu filmi ne bileyim bir Çağan Irmak çekse ağlamayan insan kalmazdı ama şu haliyle ağlatmıyor da. İnsanı kasım kasım kasıyor ve genizinize geçmesi zor bir yumru hediye ediyor.
Finaldeki Da İm Yusuf Orti ağıdı resmen başkaydı. Sadece onu dinlemek için izlemeli. Öf Özcan naptın hacı ya!
Sonbahar (2008) 7+ / 10
Söylemeye gerek var mı acaba, bu filmin ne kadar ünlü, ne kadar sinema tarihi açısından önemli, ne kadar yüce boyutların filmi olduğunu? Sanıyorum yok. İşte tam da bu sebeple kendimi sakladığım filmlerdendi. Olur da filmi anlayamam, olur da derinliklerinde kaybolurum korkusuyla oldukça beklettim. Keşke yapmayaydım. Zira diğer tüm şaheserler gibi bu da tek izlemeyle anlaşılmayacak türdenmiş. Bu anlamamak öyle bir anlamamak ki, kapısı anlamakla açılıyor. Filmi ne kadar anlarsanız o kadar anlamadığınızı düşünüyorsunuz.
Neyse efendim, süper bir film. Haz delisi oldum izlerken. Hakkında hiçbir şey bilmediğimden, her şey sürprizdi ve tüm senaryo gelişimi havai fişek gibi patladı zihnimde. Aynı karakterin bazen oldukça faşist, bazen oldukça komünist, bazen de psikopata bağlayan halleri alkış hak eder cinstendi. Yine aynı karakterin çocukluğa duyduğu özlemi, tüm dominantlığının gerekçesi haline bu kadar başarılı getirmek de alkışın şiddetini artırmayı kolaylıkla sağlayan cinstendi.
Bir daha kesin izleyeceğim. O zamana kadar 'rosebudddd, rosebudddddd' diye sayıklarım herhalde :) Orson Welles'in hayatının sonlarına doğru hallerini az da olsa bilenler için inanılmaz bir deneyim. Onu da demiş olayım :)
Citizen Kane (1941) 9+ / 10
Western türüyle yakından ilgili olmayan izleyiciler için eşsiz güzellikte bir western filmi. Aynı yıl filmi olan The Wild Bunch kesinlikle çok daha oturaklı bundan ama aralarında zaten sıklet farkı var. O sebeple karşılaştırmayalım biz yine de. Butch Cassidy and the Sundance Kid çok daha komedi, belki sadece bir komik western.
İçinde modernizme uyum sorunlarını da görebileceğimiz farklı karakterlerin güzel bir hikayesi olmuş bu haliyle. Bir kadın iki adam formülünü çok derinden işlemişler ama dokunuyor yine de bea insana :)
Robert Redfort ve Paul Newman'ın bu izlediğim ikinci ortak filmleri. Diğeri olan The Sting'i de izlemiş olmak, bu filmden alınan hazzı artırdı sanırım. Feci halde uyuşuyor bu iki eleman. Hele Robert abinin bu safla karışık cahil sarışın tiplemesi süper. Hele de o suratla bunu başarıyor ya, daha ne diyim abi sana :)
Akıllardan çıkmayacak 2-3 sahnesi ve kamera kullanımı sebebiyle üste tamamlayarak;
Butch Cassidy and the Sundance Kid (1969) 7 / 10
Uzakdoğu sineması deyince akla karate filmleri gelir genelde. Bunların da yaygın ismi 'vurdulu kırdılı filmler'dir. İşte bu film, her içinde vurdu kırdı olan filmin sadece vurdulu kırdılı film olmayacağının zihinlere kazınan dersi hükmünde!
Dövüş koreograflarındaki incelikler bir kenara, inanılmaz bir hayat filmi Wo hu cang long (Crouching Tiger, Hidden Dragon). Ve verdiği hayat dersini, repliklerle-kurguyla muhteşemce gözler önüne seriyor. Her replik ve her hikaye gelişimi ince ince işlenmiş sanki. Şu filmi izleyip de repliklere vurulmayan insan olmasın lütfen. Gerçekten muazzam.
Gücün erdem gereksinimi mi yoksa erdemin güç gereksinimi mi diyebileceğim etkili bir söylem var filmin en tepesinde. Belki, karşıt tarafları düşünürsek bunların ikisi de geçerlidir. Erdem denen şeyin sonsuzluğa erdiren, sonsuzluğu ufaltan, sonsuzluğu sevimli kılan kudreti; her şeyden önce modern insana lazımken hikayenin tam da modern zamanlar başlangıcında geçmesi, sanırım 12 dolaylarından bir konumda hedef tahtasında.
Üzerine çok daha uzun şeyler söylenesi bir film gerçekten. Son zamanlarda izlediğim en dolu film. Tabi benim için daha önemlisi, uzun zamandır kendimden bir şey bulduğum tek film olması. Allah sayılarını artırsın :)
Ve son olarak müziklerini anayım. Onlar nasıl müziklerdir, nasıl iç yolculuk tınılarıdır, nasıl hikayeye destektir! Çok etkiliydi müzikleri. Hem de her notası. 'Güzel kız havalı kız' parçası da ayrı hoştu :)
Crouching Tiger, Hidden Dragon (2000) 9 / 10
Charles Chaplin'i anlatma güdüklüğüne düşmeyeceğim ama şu filmini izlememişseniz söylenecek çok az şey var. Keşke her eğitim-öğretim yılına bu filmle başlatılsa öğrenciler. Keşke tüm öğretmenler şu filmi gerçekten anlamadan diploma alamasalar...
Filmi eleştirmek pek mümkün değil. Zira Hitler özelinde tüm faşist unsurlarla ölümüne dalga geçilmiş bu filmin çekilmeye başlandığı tarih 1937 sonları. Bildiğiniz üzere 2. Dünya Savaşı 1939'da başlıyor! Daha da bir şey denmez sanırım. Sanatçı nedir, kimdir sorusunun birinci ağızdan cevabıdır efendim bu film. İZLENMELİ!
Balon dünyayla dans, klasik müzikle tıraş, Hitler ve Mussolini tarzı selamlaşmaların temsili gibi pek çok mükemmel sahnenin yanında, filmdeki ikiz olan karakterlerin filmin başındaki ve sonundaki tamamen zıt konuşmaları gibi insanı terk-i diyar eyletecek sahneler de var bu güzel filmde. İşi gücü bırakınız, lütfen izleyiniz. Öylesine bir filmdir kendisi.
Puanlamalarda çok titiz davranan birisi olarak bazı filmlerde titizlenmeyi haram sayarım. Onlardan biridir The Great Dictator. Dinince dinlen ey koca usta!
The Great Dictator (1940) 10 / 10
Ne zamandır şöyle tam çerezlik bir film izlemiyordum. Sahne kaçırma gibi dertler olmadan film izlemenin ne kadar zevksiz bir şey olduğunu unutmuşum gerçekten :)
Adam Sandler, son 10 yılın açık ara en iyi komedyenlerinden biri. Ama bundan 4-5 yıl önce giriştiği dram yönü ağırlıkta olan komedileri bırakması ya da ara vermesi pek iyi olmamış. Zira bir komedyenin en iyi yaptığı şey her zaman dramdır. Ve o kanalı kendi elleriyle kesmesi yakışmamış bu filmde.
Jennifer Aniston'ı görmekten neden bu kadar sıkıldığımı kendime anlatamamakla birlikte Nicole Kidman'ı az da olsa görmek güzeldi. Oyunculuğu tartışılmaz bir aktris. Keşke başrolünde oynayacağı filmleri iyi seçse...
Vakit geçirmek için ideal bir film.
Just Go with It (2011) 4 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.