1 Aralık 2011 Perşembe

21-30 Kasım 2011 Filmleri

Hem evle ilgili tadilat hem bir dergi için yazdığım yazının devamlı güncellenmesi gerekliliği hem de okula gidip gelmelerim sebebiyle bu güzel Kasım'ın son 10 günü çok kısır geçti film izleme açısından. Normalde bu başlık formatına geçtiğimden beri -ortalama olarak- 10 film izlemiş olurdum, 10 günlük periyotlarda. Şimdi başlığı yazarken ciddi manada bir boşluk hissettim sayfada. Zira toplam izlediğim film sayısı 3'te kalmış durumda (: Ve bu 3 filmden tekine ayrı yazı yazmayı planlıyorum ilk müsait zamanımda. Dolayısıyla 2 tane ufak yorum oldu bu sefer. Aralık'ın başındaki periyotta, bu açığı kapatmayı umaraktan yorumlarımıza geçelim (:


-In the Mood for Love (2000) (daha sonra müstakil yazı gelecek, en azından öyle umuyorum (: )





Geçmiş yıllarda orasından burasından izlediğim filmlerdendi The Conversation. Meğerse hiçbir şey anlamamışım. Övmeye kelimelerin yetmeyeceği yönetmenlerden Francis Ford Coppola'nın en iyi filmlerinden biriymiş halbuki. Geç kalmışız vesselam.

Bu filmi saklamalı, 'film nasıl çekilir' gibi derslerde baş uçta durmalı vs vs. Karakter analizinden tutun paranoyaya, suçluluk duygusundan tutun sürprizlere kadar ne ararsanız var bu filmde. Hele bir kamera kullanımı var ki, filme resmen başka boyut kazandırmış. Aynı kamera kullanımı başka bir filmde olsa belki de gereksiz diye eleştirilecekken, dinleme işiyle uğraşan bir karakterin kadraj manyağı hale getirilmesi inanılmaz olmuş.

Film garip. Hem dramın en ağırı var hem de hüznün en anlaşılmaz hali. Bunları da Coppola amcanın müthiş replikleriyle bütünleşmiş süper kurgusuyla izlememek gerçekten ayıp, söylemesi benden (: Gene Hackman döktürüyor yine. Zaten ne zaman 'vasat' oynadı ki!

The Conversation (1974) 8 / 10



Ortaokul yıllarımda çıkan kitaplarının, hiç sevmediğim 'ukela' kızların elinden düşmemesi sebebiyle yıllarca hunharca duygular beslediğim bu serinin son filmi de böylelikle izlenmiş oldu bu gözler tarafından. Seriyle ilgili genel kanaatim, ortada bir yerlerde. Ne öyle üzerine methiyeler düzülecek ne de yıllarca uzak kalmamı sağlamış 'aman Harry Potter mı uzak kalsın' repliklerini sarf ettirecek bir seri değil bu. Dolayısıyla izlenmezse bir şey kaybedilmeyip izlendiğinde de bir şey kazanılmayacağı bir seri.

Son iki filmde her şeyiyle açık seçik belli olan karanlık, seriyle ilgili fikirlerimi illa biraz yukarı çekmiştir. Zira gerçekten çocuk filmi söylemlerini silen bir algı yarattı, bu karanlık atmosfer. Keşke ilk filmden beri yapılsaydı ama o zaman da serinin takipçilerinin çoğunluğunu oluşturan çocuk kesim yakalanamazdı tabii.

Neyse ya Hu. İşte öyle bir seriydi. Ben izlediğim için pişman değilim. Son iki filmdeki müzikler de bir hayli üst seviyeydi. Sadece müzikleri için bile izlerim, şuan hiç izlememiş olsam (:

Seri uzun olunca üzerine de çok şey deniyor. Ama hiç niyetim yok. Boşa vakit kaybetmeden, hakkını da yemeden son filme puanımızı verip Harry Potter sayfasını kapatayım kendimce.

Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 2 (2011) 7 / 10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...