8 Nisan 2012 Pazar

01-07 Nisan 2012 Film Yorumları

Vakitsizlikten dolayı üzerine bir şeyler yazamadığım filmlerle dolu bir haftayı daha geride bıraktık. Efsane olmamalarına rağmen birçoğu başucu edilesi filmler. İzledim, sevdim...

Müstakil 1 yazımızın yanında 6 da nispeten kısa yorumumuz var.

- A Dangerous Method (2011)





Bir tane de kötü çekilmiş İngiliz filmine rastlayalım! Yok, rastlamak çok zor. Senaryosu da iyi filmin ama o ekran parıltısıyla bütünleşen İngiltere dekoru çok farklı boyutlar katmış filme. Şah iken Şahbaz, normal bir film iken dikkat edilesi bir film olmuş.

Marilyn Monroe hiç hazzetmediğim bir insan. İçeriksiz, yapmacık ve bu tür sayılabilecek pek çok özelliği kendi bünyesinde barındırabilmiş ender insanlardan biri. Kişiler üzerinden bu şekilde yorumlar yapmam genelde ama Marilyn Monroe bir sembol olduğu için mazur görmüyorum. Ve bu ablaya değer atfetmesi bile, Batı kültürünün nasıl bir yozlaşma içinde olduğunu kat'iyen kanıtlar vaziyette. Uzar bu mevzu...

Film güzel çekilmiş, senaryo iyi ama en iyi kısım oyunculuklar. Michelle Williams senenin en iyi performanslarından birini göstermiş. Hani şampiyon belli ikinci kim dedikleri olay tam da bu sene yaşandı. Kötü bir talih diyelim geçelim bunu da :) Ve fakat Eddie Redmayne'e illa bir vurgu yapılmalı. The Pillars of the Earth ile tanıdım kendisini ve orada da bahsetmiştim, bu elemandan olur, diye. Olmuş sayın seyirciler. Daha da olacağı var. Yürür gider bu eleman. Merakla takipteyiz kendisini :)

My Week with Marilyn (2011) 6+ / 10



Sanırım haftanın en sürpriz filmi bu olacak. Hiç bu kadar orijinal bir şey beklemiyordum. Tek izlememe sebebim Steve Buscemi idi. Beklediğimden çok ama çok dahasını buldum. Yormadan dinlendiren bir film! Aslında tam bir uzun yazılık film ama kenara not ettim. Tekrar izleyeceğim ve sonra bir şeyler yazacağım. Şimdilik bu başlıkta da değinmiş olalım.

Normal olmanın ne kadar anormal olduğunu ve normal davranmanın ne kadar zor bir şey olduğunu bu kadar naif bir dille anlatabilmiş olması, filmin açık ara en büyük özelliği. Son dönemlerde söylemiyle tekniğinin bu denli uyuştuğu çok az film izlediğimi anımsıyorum.

Steve Buscemi gerçekten muazzam bir oyuncu. Sadece onu izlemesi bile oldukça keyifli bir şey, ki kötü yapımlar seçmiyor zaten. Hasılı oynadığı yapımları izlemek her daim ayrı bir lezzet...

İzleyin derim. Bağımsızvari bir film olduğunu da ekliyeyim, içinizde bir yerlerde hafif bir sinefillik varsa duyurulur :)

Ghost World (2001) 7 / 10



Senenin beklenen romantik dramalarından biriydi Young Adult. Başroldeki Charlize Theron'un tek başına taşıyacağı o kadar belliydi ki filmi, hiç ama hiç sürpriz olmadı bu yönüyle. Ama abla her zamanki gibi güzel taşımış filmi. Bu tür aktrislerin genel ortak özelliği olmaya başladı zaten bu filmleri tek başlarına taşımaları. Bir yaştan sonra güzel bir bağımsız film seçiyorlar ve oyunculuklarını konuşturabildikleri kadar konuşturuyorlar. İyi de oluyor, memnunum ben durumdan :)

Film, klasik bir modern insan hikayesi. Bu yönüyle pek matah tarafı yok. Ama ne olursa olsun, seçtiği konu insana dokunuyor diğer tüm türdeşleri gibi. Üstüne bir de güzel oyunculuklar, dingin müzikler, eli yüzü düzgün bir reji eklenince ortaya izlenesi filmler çıkıyor böyle.

Türe yakınsanız tavsiye ederim ama öyle modern insan geyikleri(!) uymuyorsa size, uzak durunuz efendim.

Young Adult (2011) 5+ / 10



Son 1-2 yıldır Steven Spielberg'in sadece isminin geçmesiyle pazarlanan filmler kuşağından geçiyorken etiyle kanıyla canıyla tam bir Steven Spielberg filmiyle karşı karşıya olmanın adıydı War Horse. O sebeple pek çok sinemasever tarafından hasretle bekleniyordu. Nedense geciktirdim izlemeyi. Zira beklentimi bilerek düşük tuttum. Her beklenti düşük tutuşumun sonundaki tatmin duygusunu da kaptım yine. Mutluyum huzurluyum hasılı :)

Filme ne denir diye düşünüyorum. Tek cümlede tanımlamak gerekirse bir atın savaş günlüğü denilebilir. Daha yazılmaya niyet edilirse uzar da uzar yazı. Zira film, en belirgin haliyle bir savaş filmi ama çatışmaların, cephe sahnelerinin bini bir para olanlarından değil. Aksine savaşı tam da olduğu gibi, en derinden izleyicinin beynine beynine sokan bir film. Aferim diyor, saygıyla selamlıyoruz; romanını yazanı, romanını senaryolaştıranları, tiyatroda sahneleyenleri, filmini çekenleri...

Değinmezsek olmaz. Tüm izleyenler gibi ben de bir aktör adayıyla tanıştım bu filmle beraber. İsmi Jeremy Irvine. Tam bir performans değerlendirmesinde bulunamadım filmi izlerken ama kötü manada sırıtmadığını da belirtmiş olayım.

Efendim müzikleri olsun, görüntüdeki müthişlik olsun tam da izlenecek bir film olmuş çıkmış War Horse. İzleyiniz demekten başka bir şey gelmiyor elden. İzlendi, sevildi...

War Horse (2011) 6+ / 10



2011'in kesinlikle en iyi bağımsız filmlerinden biri Martha Marcy May Marlene. Bu sebeple olsa gerek hafif bir Winter's Bone havası seziliyor. Tek benzerlikleri senelerinin en iyi bağımsız filmlerinden olmaları da değil ayrıca. Üstüne, her iki filmin de başrollerindeki genç aktrisler, hızlı ama etkili bir giriş yapıyorlar sinema dünyasına. Bu sefer ki kazanımımızın adı Elizabeth Olsen. Gerçi Jennifer Lawrence kadar büyük bir performans sergilemiyor bu ablamız ama senenin yenileri arasındaki tartışmasız en dikkat çekenlerden.

Film bağımsız ama klasik bağımsız filmler gibi izleyici kitlesi dar değil. Pek çok sinemasever kolaylıkla izleyebilir. Tabii bağımsız olduğunu bilmeleri lazım başlamadan. Zira film öyle bir kurguya sahip ki, eğer filmin vermek istediğini alırsanız 102 dakika yarım saat gibi geçip bitmiş olurken, filmin niyetine aşina değilseniz 200-300 dakika gibi gelebilir.

Ben bir hayli sevdim. Bu kadar beğeneceğimi de sanmıyordum üstelik. Güzel bir konu üzerine inşa edilmiş hikaye ama söylediğinden çok nasıl söylediği daha dikkat çekici. Aksi zamanda izledim sanırım, o yüzden daha fazla hak ettiğini sezmeme rağmen 6+ verebildim. Dahası da kolaylıkla verilebilir durumda. Özellikle bir ilk film olması sebebiyle daha bir sempati duydum. Sean Durkin de başroldeki abla gibi hızlı bir giriş yapmış olaya. İlk filmden böyle bir performans izlettiyse bizlere, önümüzdeki senelerde büyük beklentilerin altından da kolaylıkla kalkar sanıyorum. Takipteyiz...

Martha Marcy May Marlene (2011) 6+ / 10



Ne zamandır izlemek istediğim bir filmdi Shi (Poetry). Manası Şiir. Filmin ismiyle paralel bir örgüsü var sanmamdandı filmi bu kadar izlemek istemem. Öyleymiş. Şiir gibi; güzellikler var ama ızdırap galebe çalıyor her bir yanı. Bkz. hayatı anlama kılavuzu olarak şiir!

Efendim, Kore sineması demeyeceğim filme. Zira Kore sineması deyince, biliyorum ki çoğu zihinlerde kız erkek aşkının ucuzlatılmış ağır duygusal versiyonları canlanıyor. Değil. Bu film öyle değil. Daha yukarıdan, daha ulvi bir yükseklikten bağırıyor insanlığa, hem de avaz avaz. Şiirin hakikatinden dem vuruyor sesinin ulaşabildiği tüm çağlara, coğrafyalara...

Üzerine yazılır. Çok yazılır ama korkarım ki film üzerine olmaz bu yazılanlar. İstemeden de olsa şiir konusuna kayar yazacak kişi. Ve filmin hak etmediği övgülerle dolu bir yazı peydah olur. Rol çalmaması sebebiyle bu filme yorum da bu kadar olsun. Dahası niyetten öteye geçer.

İzleyin derim ama beklentiler çok olmasın. Değindikleri ve çağrıştırdıklarıyla muazzam, kendi dinamikleri açısından güzel bir film Shi. Gerekli saygıdan geri durmayınız derim :)

Shi (2010) 6+ / 10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...