23 Mayıs 2012 Çarşamba

16-22 Mayıs 2012 Film Yorumları

Çok güzel geçen bir haftadan sonra ortalama geçen bir hafta... Genel itibariyle yine tavsiye edilen filmler... Öyle.

Müstakil yazı adayımız 1 adet mevcut. Umarım yazacağım. Aslında bir daha izlemeden yorum yapmamak adına böyle bir şey yapıyorum ama durum budur;
-Ninjo kami fusen (1937)

Toplu yorumlara geçelim o zaman;



Sinema bozuldu ya hani. Artık eskisi gibi sadece sinema için yapılan sinemaların sayısı azaldı ya hani. İnsanlığın büyüyüp kirlendiği modern zamanların tüm kokuşmuşluklarının galebe çaldığı bir sektör haline geldi ya hani sinema... İşte bu film, bu döngünün kırıldığı, hadi biraz daha film açısından konuşalım, bu döngünün tersine çevrildiği filmlerden biri. Masalımsı filmler familyasının nadide çiçeklerinden biri. Saflıkla karışık temizliğin zirvelerde dolaştığı filmlerden!

Karakterlerin çoğusu bazı genel milli hikayelerden apartılmış durumda. Bu bile ne denli ufuklar açıyor izlerken anlatamam. Her karakterin farklı bir çıkış noktası olmasına rağmen, gerçeğin birleştiriciliğiyle öyle bir kenetlenmiş buluyorlar ki birbirlerini, çoğu zaman masal diyarlarını tercih ediyorsunuz aldığınız nefese...

Bu seferki çocuk karakteri de diğerleri gibi enfesimsi. Tatlılığı garip derecede şaşırtıcı. Sırf o mimikleri için, çocuksu çocukluklarını görmek için bile izlemeli bu filmi.

Çok şey denir filme. Ama izleyin demek de yeterli sanırım. Zira üzerine bir şeyler denildiğinde büyüsünün kaçmasından korktuğum filmler biri oluyor kendileri. Kısaca, naif duyguların filmleri gibi bir liste yapılırsa bu filmin de içinde yer bulacağını bilin, der ve puanı veririm;

The Fall (2006) 7+ / 10



Futbol gözüyle ataerkil bir toplum haline gelen İran'a, güzel bir gönderi hükmünde Offside. Jafar Panahi'nin diğer imza filmlerinden daha kör göze parmak olması seyir zevkini düşürüyor ama ortadan bakınca oldukça güzel bir drama.

Film gerçek zamanlı ilerliyor. Sanırım akışkanlığı bozan en büyük etken bu. Gerçi bir hayli zor bir mesele zaten, gerçek zamanlı akan filmlerde. Ama Jafar Panahi'nin böyle bir gerekçeyi bahane yapma zamanı geçti artık.

Bu gerçek zamanlılık hani bir şekilde tolere ediliyor ama birkaç kritik noktanın müsamere tadında bağlanması, büyük bir film olmasını engelliyor Offside'nin. Bununla beraber oyunculukları fena halde beğendim. Hele 2-3 oyuncu var ki, doğaçlamanın zirvelerinde dolaşıyorlar.

Sonuç itibariyle izlenesi bir film. Eleştiri üstüne inşa edilmiş İran filmi izleyesiniz gelmişse şans verebilir ve aradığınızı bulabilirsiniz. Üste tamamlıyorum;

Offside (2006) 6 / 10



Seriyi baştan beri beğenmiyorum ama başladığım serileri bırakamadığımdan devam ediyorum. Gerçi özellikle son 2 film çok kolay izlenecek şekilde çekilmiş. Yormadılar 2 film gibi. Başladığı gibi devam etseydiler, sanırım tüm teamüllerime rağmen devam etmezdim. Özellikle ilk film, çok zorlamıştı.

Neyse, bu sefer olay biraz daha romantik komediye bağlanmış. Hele ilk bölüm sonunda tamamen bambaşka bir film izliyor sanıyorsunuz kendinizi. O kurtlardır vampirlerdir filan alakası yok. Tamamen bir romantik komedi. Baş başa geçirilen bir balayı ve başka hiçbir şey... Şaka filan, bu filme de yorum yazıyorum ya... Sanırım biraz ara vermem gerekecek bu formata. Her filme de yorum yazılır mı ya?

İçimde tutamayacağım sanırım. Ya hani sevenler var da bu seriyi. Abi hiç mi gülmüyorsunuz izlerken ya? Burası spoilerli olacak ona göre; kızımız ağır bir hamilelik döneminden sonra doğumda ölüyor. Ama bir müddet sonra canlanıyor. Ve resmen makyajlanıyor canlanırken. Rimeller, rujlar filan. E oha ama demii. Neyse, cidden izlemeyin ya. Ya da izleyin, gülersiniz biraz!

Ya neyse yine hakkını yemeyeyim. Çekimi güzel filmin. Sırf prodüksiyonunun güzelliği ve birkaç olumlu özelliği için üste tamamlıyorum;

The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 1 (2011) 3 / 10



Sherlock Holmes olsun taştan olsun kıvamındayım zaten. Bir de üstüne prodüksiyonu sağlam, metni zengin, oyuncu performansları kuvvetli bir şey çıkınca tadından izlenmiyor.

2009'daki ilk film zaten gönüllerde en sempatiğinden bir yer edinmişti. Robert Downey Jr.'ın varlığı bile yetmişti. Bu filmle gördük ki, Robert abi var olmaya devam ettikçe, bu seri her türlü gider ve gram da sıkmaz. Ne demişler; kandırılmak istiyoruz. Güzelce de kanıyoruz bu seride. Geriye ne kalıyor, keyifle geçen 2 saat. Daha ne olsun sayın seyirci.

İlk filmden bir tık aşağıda olması gıdım etkilemedi bile beni. Güldüm, eğlendim, yer yer şaşkınlıkla karışık ohaaalar yolladım monitöre. Güzeldi.

Şükür ki izleniyor seri de devamının gelmesi garanti altına alınmış durumda. Sherlocksuz sinema salonları keyifsiz diyerekten, yanlı da olsa üste tamamlıyorum;

Sherlock Holmes: A Game of Shadows (2011) 6 / 10



Savaş, modern dünyanın en karlı ekonomik aracıdır. Böyle bir söz söylenmemişse bile aynı manayı veren pek çok söz söylenmiştir inanıyorum ki. Zira o kadar yalın bir gerçek ki bu, kör gözler bile parıl parıl parıldayan bu hakikati görmeden geçemezler.

Filmimiz de buradan değil ama kardeş bir bağlamdan yaklaşmış olaya. Kadın ticareti ve insan kaçakçılığı üzerine gerçek bir olaydan uyarlanmış. Öyle bangır bangır sinema sanatı örneği diyebileceğimiz bir film değil ama kim takar ki! Her zaman da sanat olmayıversin. Biraz da yaşanan olaylar tüm çarpıklığıyla basireti bağlanan günümüz insanının yüzüne vurulsun.

Rachel Weisz'i son zamanlarda çok takdir ediyorum. Öyle böyle değil. O Mumya serilerinden sonra kadına bir haller oldu ve nerede aktivist rolleri var hemen orada bitmeye başladı. Bu filmde de tek kalmamış. Monica Bellucci ve BBC yapımı Sherlock dizisinin muhteşem Holmes'i Benedict Cumberbatch eşlik etmişler ablama. Hepsine beraber koca bir aferim yolluyor, üste tamamlıyorum;

The Whistleblower (2010) 6 / 10



Bu aralar uzatmıyorum yorumları. Ama bu filme yazılmalı bir şeyler. Yazılmalı yani o kadar diyelim. Ama yazana kadar da ufak bir yorum yapmış olalım.

Efendim, 60'lı yıllar Amerikan ülkesi açısından çok değişik yıllardı. Özellikle bu 60'lı yılların sonları fena halde değişikti. Bir toplumun nasıl evrildiğini, evrilmesinin nasıl etkili bir devinim içerebileceğine dair çok çarpıcı girdiler edinebileceğimiz yıllardı. Öyle ki, birkaç akım tüm ülkeyi yeniden inşa etmişti. Şimdilik keselim burayı ama demem o ki, o yıllar açısından çok tersten bir film The Graduate. Konu itibariyle hiç ama hiç alakası yok çekildiği yıllarla. Lakin öyle bir tersten ayna tutmuş ki topluma, vuruldum kaldım ben.

Tabii senaristlere çok övgü yolluyoruz bu sebeplerle ama sadece onlarla kalmıyor olayımız. Zira ciddi manada sembol kullanımı var filmde ve bu sembol kullanımlarının pek çoğu görsel şeyler. Hal böyle olunca yönetmen ön plana çıkıyor.

Ama bir soundtrack olayı var ki... Ne yorum yapayım ne de başka bir şey diyeyim. Çok az filmde vardır bu paye. O kadar ki, filmi birkaç adım öteye taşımış. Filmi izleyen çoğu insan için, bu soundtracke selam durmak boyun borcu olmalı. Ben anlamam, durun yani :) Hatta dururken arka dona bir Sessizliğin Sesi dayayın. Herkes mutlu olsun derim :)

The Graduate (1967) 7 / 10



Kesinlikle sağlam bir film. Mükemmel değil, vasat değil ama ikisinin arasında da değil. Beğeni ifade eden tüm sıfatlar hem biraz cuk hem de biraz anticuk gelir bu filme. Saygı duyulası bir reji varken, senaryo sanki darmadağın. Filme duyulası saygıyı azaltıyor mu bu dağınıklık? Hayır. Ama filmi tanımlarken bu aksaklığı seslendirmemeyi de imkansız hale getiriyor.

Oyuncuları fazlasıyla beğendim. Boardwalk Empire ile bambaşka bir yere gelen Michael Pitt, ilk sinyalleri burada vermiş sanırım. Bu rolün altından kalkmayı ciddi manada zor gibi algıladım. Rahat olmakla da alakalı değil. Garip bir ağırlığı ve rolün. Bravo elemana. Ve ilk filmi olan Eva Green! Daha ilk filminden bu şekilde bir giriş...

60'ların sonlarındaki Fransa olaylarına dair daha kör göze parmak sahneler beklerdim Bertolucci'den. Bunun yerine yer yer kasan öğretici tavırlara girmiş. Ben rahatsız oldum. Belki bilerek yapmıştır ve bir amacı da vardır bunu yaparken ama filmin genel mesajının aksine bir davranış olduğu yargıma karşı bir argüman da geliştiremedim. Zamanla daha oturur belki... Her halükarda izlenesi.

The Dreamers (2003) 6 / 10



1987 yapımlı Wall Street filminin devam filmi olduğu zaten çok fena halde bariz ilgili filmimizin. Yine ilk filmdeki gibi yönetmenimiz Oliver Stone. Fakat bunun dışında ilk filmle çok da alakalı değil.

2008'deki ekonomik kriz biraz bahane olmuş sanırım, ilk filme devam filmi çekmeye. Zira ilk filmle neredeyse gram alakası olmadığı gibi, rahatsız edici süreklilik hataları da mevcut. Gerçi bu hatalar bilinçli yapılmış durumda. Zira senaryo yazımı tamamen bu hatalar üzerine kurulu. Senaryo demeyelim aslında; hikaye yazımı.

Bu sefer ki genç girişimci rolümüz Shia LaBeouf'da. Charlie Sheen kadar gitmemiş diyebilirim ve iddialı da olabilirim. Ama o kadar üstünde durmayacağım. Shia'ya gelene kadar çok şeyler var. Onları atlayıp da sadece başroldeki oyuncu seçiminin olmamışlığını belirtirsek olmaz, eksik olur.

Kötü bir film değil. İyi gibi ama zorlama devam filmlerini sevmiyorum. Keşke devam filmi değil de yola yeni bir yapım gibi çıkmış olsaydı. O zaman daha fazla girerdi gözüme. O şekilde yorumlamış olayım şimdilik...

Wall Street: Money Never Sleeps (2010) 5 / 10




2011'in dikkat çeken Hint yapımlarından biriydi. Seneye hızlı bir giriş yaptı ama zamanla gözle görülür bir düşüş yaşadı. O sebepten olsa gerek bu zamana kadar beklettim. İdeal bir tutum olmuş denilebilir. Zira pek bir ekstrası yok kendilerinin.

Benzer birçok film bulabiliriz şu filmin çıkış noktasına dair. İzlerken de zaten aklınıza gelen filmlerle haşır neşir oluyorsunuz. Hasılı konunun bir orijinalliği yok. Bununla beraber klasik Hint filmlerinde rastlayamayacağımız zekilikte espriler mevcut.

Lakin filmin en güzel noktası müzikleri. Kullanılan parçaların büyük bölümü aşina olduklarımdı ama çok güzel gitmiş filme. Başarılı bir montaj denilebilir. Aksiyon sahnelerini daha bir güzel yapmışlar. Müziğin ihya edici özelliğine şahit oluyoruz kısaca :)

Fazla bir beklenti olmadan izlenebilir diyerekten;

Delhi Belly (2011) 5 / 10

4 yorum:

  1. Bu filmlerin hiçbirini izlememişim:)Ama izlerim birkaçını,teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Delhi Belly'i hiç duymamıştım bile, izledim ve oldukça beğendim. Hindistan'dan böyle bir komedi anlayışı çıkacağını hiç tahmin etmezdim :)

    YanıtlaSil
  3. the Fall filmini yorumlarınızdan etkilenerek izledim, normalde masalımsı filmleri tercih etmiyorum ama yorumlarınız cok hoş bu yüzden filmi özellikle izledim :)
    hoş film, teşekkürler

    YanıtlaSil
  4. Ben de bayağı film seçtim bu haftadan. Ellerine sağlık. Yine hiç akılda olmayan filmler eklendi listeye :)

    Şu sisteme devam et lütfen. Çok iyi oluyor ;)

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...