Güzel bir hafta idi. Filmlerin büyük kısmını tavsiye ederim. Müstakil yazımız da var 3 adet;
- Extremely Loud & Incredibly Close (2011)
- Che: Part Two (2008) (gelecek)
- Che: Part One (2008) (gelecek)
Kaç defa izledim şu seriyi, bilmiyorum. Her defasında göz açıp kapayıncaya kadar bitiyorlar. Hani zaman denen şeyin göreceliliği üzerine ihtisas yapanlar, eğer şu seriyi izleme imkanı bulurlarsa, ortaya koyacakları tezler vesaire çok daha farklı ve görecelilik açısından oldukça pozitif renkler barındırır. Einstein filan kaçırdı bu fırsatı, günümüz teori fizikçilerine naçizane duyurumdur; bir de bu açıdan bakınız efendim olaya :)
Yüzüklerin Efendisi sevgim çok fazla ama nedense üzerine şöyle tam bir inceleme yazısı yazmıyorum. Layık olmayacağını bildiğimden yazmıyorum sanırım ama bu bir bahane olmamalı. Her izleyen, illa bir şeyler yazmalı bu seriyle ilgili. Ne bileyim en azından Peter Jackson'a methiyeler düzsünler sadece veya Tolkien'in insan olamayacağına dair tumturaklı bıt bıtlar savuştursunlar. Ama yapsınlar bir şeyler.
Ufak yorumsuz geçmeyeyim dedim. Hafiften de bir mim olsun bu yorum. Sonradan şöyle en az 50-60 sayfa tutacak, tüm seriyi kapsayacak detaylı bir inceleme yazısı niyetimi hatırlatmak amacıyla da kalsın buralarda.
İzlemeyen yoktur sanırım. Varsa da lütfen insan içinde söylemesin :)
Puan konusunda ne diyebilirim bilmiyorum. Blogu takip edenler bilir, titizimdir puanlamada. Ama şu seride titizlenmeyi gereksiz ve -tamam itiraf ediyorum- çok zor buluyorum. Dolayısıyla orasına burasına hiç bakmadan gönlü rahat bir şekilde yapıştırıyorum;
The Lord of the Rings: The Return of the King (2003) 10 / 10
Tür western ise akla hemen Sergio Leoneler, Clint Eastwoodlar ve Ennio Morriconeler geliyor haliyle. Şöyle uzun kırsallarda girişilen tüfekli silahlı çatışmalar vs vs. Ama film duyurulduğunda farklı bir merak uyandırmıştı. Bilim kurguydu aynı zamanda. Westernle uyuşmayacağından adım gibi emindim ve sırf bu yüzden izlememe kararı almıştım ama neleri izlemiyoruz diye yine aradan çıkardım gitti :)
- Extremely Loud & Incredibly Close (2011)
- Che: Part Two (2008) (gelecek)
- Che: Part One (2008) (gelecek)
Kaç defa izledim şu seriyi, bilmiyorum. Her defasında göz açıp kapayıncaya kadar bitiyorlar. Hani zaman denen şeyin göreceliliği üzerine ihtisas yapanlar, eğer şu seriyi izleme imkanı bulurlarsa, ortaya koyacakları tezler vesaire çok daha farklı ve görecelilik açısından oldukça pozitif renkler barındırır. Einstein filan kaçırdı bu fırsatı, günümüz teori fizikçilerine naçizane duyurumdur; bir de bu açıdan bakınız efendim olaya :)
Yüzüklerin Efendisi sevgim çok fazla ama nedense üzerine şöyle tam bir inceleme yazısı yazmıyorum. Layık olmayacağını bildiğimden yazmıyorum sanırım ama bu bir bahane olmamalı. Her izleyen, illa bir şeyler yazmalı bu seriyle ilgili. Ne bileyim en azından Peter Jackson'a methiyeler düzsünler sadece veya Tolkien'in insan olamayacağına dair tumturaklı bıt bıtlar savuştursunlar. Ama yapsınlar bir şeyler.
Ufak yorumsuz geçmeyeyim dedim. Hafiften de bir mim olsun bu yorum. Sonradan şöyle en az 50-60 sayfa tutacak, tüm seriyi kapsayacak detaylı bir inceleme yazısı niyetimi hatırlatmak amacıyla da kalsın buralarda.
İzlemeyen yoktur sanırım. Varsa da lütfen insan içinde söylemesin :)
Puan konusunda ne diyebilirim bilmiyorum. Blogu takip edenler bilir, titizimdir puanlamada. Ama şu seride titizlenmeyi gereksiz ve -tamam itiraf ediyorum- çok zor buluyorum. Dolayısıyla orasına burasına hiç bakmadan gönlü rahat bir şekilde yapıştırıyorum;
The Lord of the Rings: The Return of the King (2003) 10 / 10
Tür western ise akla hemen Sergio Leoneler, Clint Eastwoodlar ve Ennio Morriconeler geliyor haliyle. Şöyle uzun kırsallarda girişilen tüfekli silahlı çatışmalar vs vs. Ama film duyurulduğunda farklı bir merak uyandırmıştı. Bilim kurguydu aynı zamanda. Westernle uyuşmayacağından adım gibi emindim ve sırf bu yüzden izlememe kararı almıştım ama neleri izlemiyoruz diye yine aradan çıkardım gitti :)
Roberto Orci, Alex Kurtzman ve Damon Lindelof olmak üzere zengin senaryo grubu, filmi izlemek için tek sebebim. Ama o Fringe veya Lost olayının derinliği kesinlikle yok filmde. Kadro çok derin ama zengin olan kadrodan çok fakir bir film çıkmış.
Kötü değil ama buna kadar ne filmler var ne filmler. Ben pek önermem ama aksiyon olsun, çatışmalar da olsun, tanıdık birkaç yüz görelim hem derseniz buyurun izleyin. Öyle bir film.
Cowboys & Aliens (2011) 4 / 10
Tarihinin gördüğü en esaslı isimlerden biridir Spartaküs. Sol tandansı olsun, köleliğe verilen ilk ele avuca gelen mücadelesi olsun pek çok önemi aynı anda bünyesinde toplar bu güzel abimiz. Hal böyle olunca edebiyattan sanatın pek çok koluna kadar işlenmiş metalardan da biri aynı zamanda.
Valla filme yoruma gerek var mı bilmiyorum. İzlemeyen yoktur sanırım. Ben de Blu Ray şerefine bir tekrar daha yapayım dedim şöyle en uzun versiyonuna. İyi de oldu hani. Stanley Kubrick usta bambaşka birisi. Günümüz uyarlamalarının türlü ucuzluklarının hiçbirisini barındıramayan bu sağlam yapıma gerekli önem illa atfedilmeli.
Kirk Douglas amca yine üzerine düşeni fazlasıyla yapmış. Zaten prodüksiyon muazzama yakın. Üzerine düşeni yapmayan insan da pek olacağı mantığa uygun olmazdı. İzleyin efendim. Süresine filan bakmayın izleyin.
Spartacus (1960) 7+ / 10
Son dönem efsane çizgi serilerin sinemaya izdüşümleri arasındaki modanın en başarılı örneği diyebilirim The Adventures of Tintin'e. Özellikle teknik açıdan kıyas bile kabul etmez çoğu türdeşiyle. Gerçi efekt delisi filmlerle bile kıyas kabul etmez. Muazzam derecede keyifli bir izleyiş sunuyor. Kaçırılmamalı.
Steven Spielberg ile Peter Jackson gibi yanyana gelmeleri bile efsane olacak iki ismi birleştiren bir proje olduğundan hasıl, merakla bekleniyordu yapım. Üçleme olarak açıklanmıştı. İlkini Steven abi yönetecekti diğerini ise Peter. İlki güzel olmakla beraber derinlikten o kadar da nasibini almamış bir film olarak yansımış perdeye. Gözler hemen önümüzdeki yıl vizyona girecek ikinci filme dönmüş durumda. Umarım Peter Jackson şöyle sadece teknik başarıyla adından söz ettirmeyecek güzel bir film kotarır da, Tintin'e yakışır bir film çıkarır ortaya.
Bence izleyin. Efekte doyum olmuyor. Ciddi manada kaçırılmaması gereken bir zanaat var ortada. Ne dense az kalır. O derece :)
The Adventures of Tintin (2011) 6+ / 10
2009 Oscar'ında Doubt'taki rolüyle Meryl Streep'in ödüllendirilmemesini garipsemiştim. Ödülü Kate Winslet almıştı bu filmdeki performansıyla. The Reader'i merak etsem de izlememiştim bu sebeple. Çok başarılı olmasına rağmen, evet Meryl abla hak etmiş :)
Filmimiz Naziler'in Yahudi soykırımına çok farklı açıdan yaklaşan bir yapım. Romandan uyarlama olduğu çok belli oluyor. Normalde rahatsız eder izleyeni bu gereğinden fazla belli ediş ama bunda üste bile tamamlamış filmi.
Farklı bazı sağlam filmlerdeki tadı aldım izlerken ama sevmeme rağmen çok üst düzey olmadığını söylemem lazım. Güzel ama büyük bir film değil. Bununla beraber tekrar ederim sanırım ileri ki yıllarda. Garip bir draması var ve insanı içine çekiyor. Sonuç olarak sevdim. İzlenmeli.
The Reader (2008) 6+ / 10
Woody Allen insanının en güzel filmi diyebilirim kolaylıkla. Hollywood'u öyle modern lügatlerle eleştirmek tad vermiyor artık ama içten ve vurgulu canlandırmalar bir hayli fonksiyonel. Bu film de tam olarak bu damardan. Hemen hemen her sahnesinde güzel bir gönderme var. Sevdim, saydım.
Bir insanın, bir şehre veya bir mekana veyahut da bir kişiye saplantılı olması güzel bir şeyken, bir de bu saplantısını fena halde akıcı bir senaryoya dökmesi ciddi manada takdire şayan bir durum. Hani az biraz Woody Allen sevgim vardı, şu filmle bir kaç kat daha arttı. Eleman doluymuş cidden. Kaldı ki bu filmi izlemeden de Woody Allen üzerine yargı beslenmemeli. Adamın referans filmi ne de olsa :)
Replik konusunda aşmış, genel senaryo konusunda başarılı, oyunculuklar açısından muhteşem bir film. Ama bir yavanlık var ve çok rahatsız etti beni. Çok beğenmeme rağmen bu duygudan kurtulamadım. Şuandan itibaren de başköşe filmlerinden olduğunu belirtip puanımızı verelim;
Annie Hall (1977) 7+ / 10
Bosna yardır; Müslümanlığından değil. Diğer tüm, milliyetçi fikirler tarafından faşistçe, ortadan kaldırılma teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış dünya ülkeleri gibi. İnsan olana yardır hasılı Bosna!
Olayın debdebesi fazla olduğundan girersek mevzuya film kaynar diye düşünüyorum. O sebeple hiç filmin anlattığı olay üzerine laf etmeden, filme dair iki üç yorum yapıp kapayalım.
Angelina Jolie bilindiği üzere bir yönetmen değil. İyi bir oyuncu ama iyi oyuncu olmak iyi yönetmen olmanın bir ön veya yardımcı şartı değil. Genelde de geriye ket vuran bir etken hatta. Bu sebeple insan çekiniyor, bu tip oyuncuların çektiği filmleri izlerken. Ama Bosna'yı anlatacağından ister istemez bekledik. Filmin yapılış aşamasındaki aksiliklere değinmeye gerek yok, hiç korktuğum gibi bir şeyle karşılaşmadım. Film olarak çok çok amanlığı yok ama anlattığı olaya karşı olabildiğince hakk penceresinden yaklaşmış. Bu sebeple sevdik, saydık.
En kötü filmi böyle olsun diyoruz Angelina'ya ve diğer mezalimlere karşı da sessiz kalmamasını salık veriyoruz. Sinema bazen de Yahudiler dışında kurbanlara eğilsin canım ne var yani!!!
In the Land of Blood and Honey (2011) 5 / 10
Sinemanın aykırı bıdıklarından biri de Gaspar Noe. İnsan denen yaratığın en güzel becerdiği süreksizlik eylemine başkaldırdığı için bu bıdıklık makamına eriştiğini düşündüğüm bu insanların, sinemada tek olayları sansürsüzlük. Tek demek basitleştirdi gibi ama öyle değil. Bu bir tercih meselesi değil, en basitinden bu şekilde ifade edilebilir sanırım. Zira sansür denen şey, bilinçle değil var olanla ilgilidir. Sansürlüsündür veya sansürsüzsündür. Hadi biraz kısayım veya açayım denmez. Neysen osundur.
Filmin de olayı bu. Rahatsız ediyor. Etmek istemiyor, ediyor. Hani "kolamızı cipsimizi alalım, serilelim izleyelim" denilebilecek filmlerden değil. Mümkünse böyle bir şey denemeyin bile.
Filmin üzerine kurulduğu vakıa, en güzel bir kasap üzerinden anlatılırdı sanırım. Güzel seçim gerçekten. Başroldeki eleman da ciddi manada psikopata bürünmüş.
Başarılı olmanın kıyısından dönmesine rağmen asla başarısız bir film değil Carne. Sevmek de mümkün değil. Öyle garip bir şey işte...
Carne (1991) 5 / 10
Tarihinin gördüğü en esaslı isimlerden biridir Spartaküs. Sol tandansı olsun, köleliğe verilen ilk ele avuca gelen mücadelesi olsun pek çok önemi aynı anda bünyesinde toplar bu güzel abimiz. Hal böyle olunca edebiyattan sanatın pek çok koluna kadar işlenmiş metalardan da biri aynı zamanda.
Valla filme yoruma gerek var mı bilmiyorum. İzlemeyen yoktur sanırım. Ben de Blu Ray şerefine bir tekrar daha yapayım dedim şöyle en uzun versiyonuna. İyi de oldu hani. Stanley Kubrick usta bambaşka birisi. Günümüz uyarlamalarının türlü ucuzluklarının hiçbirisini barındıramayan bu sağlam yapıma gerekli önem illa atfedilmeli.
Kirk Douglas amca yine üzerine düşeni fazlasıyla yapmış. Zaten prodüksiyon muazzama yakın. Üzerine düşeni yapmayan insan da pek olacağı mantığa uygun olmazdı. İzleyin efendim. Süresine filan bakmayın izleyin.
Spartacus (1960) 7+ / 10
Son dönem efsane çizgi serilerin sinemaya izdüşümleri arasındaki modanın en başarılı örneği diyebilirim The Adventures of Tintin'e. Özellikle teknik açıdan kıyas bile kabul etmez çoğu türdeşiyle. Gerçi efekt delisi filmlerle bile kıyas kabul etmez. Muazzam derecede keyifli bir izleyiş sunuyor. Kaçırılmamalı.
Steven Spielberg ile Peter Jackson gibi yanyana gelmeleri bile efsane olacak iki ismi birleştiren bir proje olduğundan hasıl, merakla bekleniyordu yapım. Üçleme olarak açıklanmıştı. İlkini Steven abi yönetecekti diğerini ise Peter. İlki güzel olmakla beraber derinlikten o kadar da nasibini almamış bir film olarak yansımış perdeye. Gözler hemen önümüzdeki yıl vizyona girecek ikinci filme dönmüş durumda. Umarım Peter Jackson şöyle sadece teknik başarıyla adından söz ettirmeyecek güzel bir film kotarır da, Tintin'e yakışır bir film çıkarır ortaya.
Bence izleyin. Efekte doyum olmuyor. Ciddi manada kaçırılmaması gereken bir zanaat var ortada. Ne dense az kalır. O derece :)
The Adventures of Tintin (2011) 6+ / 10
2009 Oscar'ında Doubt'taki rolüyle Meryl Streep'in ödüllendirilmemesini garipsemiştim. Ödülü Kate Winslet almıştı bu filmdeki performansıyla. The Reader'i merak etsem de izlememiştim bu sebeple. Çok başarılı olmasına rağmen, evet Meryl abla hak etmiş :)
Filmimiz Naziler'in Yahudi soykırımına çok farklı açıdan yaklaşan bir yapım. Romandan uyarlama olduğu çok belli oluyor. Normalde rahatsız eder izleyeni bu gereğinden fazla belli ediş ama bunda üste bile tamamlamış filmi.
Farklı bazı sağlam filmlerdeki tadı aldım izlerken ama sevmeme rağmen çok üst düzey olmadığını söylemem lazım. Güzel ama büyük bir film değil. Bununla beraber tekrar ederim sanırım ileri ki yıllarda. Garip bir draması var ve insanı içine çekiyor. Sonuç olarak sevdim. İzlenmeli.
The Reader (2008) 6+ / 10
Woody Allen insanının en güzel filmi diyebilirim kolaylıkla. Hollywood'u öyle modern lügatlerle eleştirmek tad vermiyor artık ama içten ve vurgulu canlandırmalar bir hayli fonksiyonel. Bu film de tam olarak bu damardan. Hemen hemen her sahnesinde güzel bir gönderme var. Sevdim, saydım.
Bir insanın, bir şehre veya bir mekana veyahut da bir kişiye saplantılı olması güzel bir şeyken, bir de bu saplantısını fena halde akıcı bir senaryoya dökmesi ciddi manada takdire şayan bir durum. Hani az biraz Woody Allen sevgim vardı, şu filmle bir kaç kat daha arttı. Eleman doluymuş cidden. Kaldı ki bu filmi izlemeden de Woody Allen üzerine yargı beslenmemeli. Adamın referans filmi ne de olsa :)
Replik konusunda aşmış, genel senaryo konusunda başarılı, oyunculuklar açısından muhteşem bir film. Ama bir yavanlık var ve çok rahatsız etti beni. Çok beğenmeme rağmen bu duygudan kurtulamadım. Şuandan itibaren de başköşe filmlerinden olduğunu belirtip puanımızı verelim;
Annie Hall (1977) 7+ / 10
Bosna yardır; Müslümanlığından değil. Diğer tüm, milliyetçi fikirler tarafından faşistçe, ortadan kaldırılma teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış dünya ülkeleri gibi. İnsan olana yardır hasılı Bosna!
Olayın debdebesi fazla olduğundan girersek mevzuya film kaynar diye düşünüyorum. O sebeple hiç filmin anlattığı olay üzerine laf etmeden, filme dair iki üç yorum yapıp kapayalım.
Angelina Jolie bilindiği üzere bir yönetmen değil. İyi bir oyuncu ama iyi oyuncu olmak iyi yönetmen olmanın bir ön veya yardımcı şartı değil. Genelde de geriye ket vuran bir etken hatta. Bu sebeple insan çekiniyor, bu tip oyuncuların çektiği filmleri izlerken. Ama Bosna'yı anlatacağından ister istemez bekledik. Filmin yapılış aşamasındaki aksiliklere değinmeye gerek yok, hiç korktuğum gibi bir şeyle karşılaşmadım. Film olarak çok çok amanlığı yok ama anlattığı olaya karşı olabildiğince hakk penceresinden yaklaşmış. Bu sebeple sevdik, saydık.
En kötü filmi böyle olsun diyoruz Angelina'ya ve diğer mezalimlere karşı da sessiz kalmamasını salık veriyoruz. Sinema bazen de Yahudiler dışında kurbanlara eğilsin canım ne var yani!!!
In the Land of Blood and Honey (2011) 5 / 10
Sinemanın aykırı bıdıklarından biri de Gaspar Noe. İnsan denen yaratığın en güzel becerdiği süreksizlik eylemine başkaldırdığı için bu bıdıklık makamına eriştiğini düşündüğüm bu insanların, sinemada tek olayları sansürsüzlük. Tek demek basitleştirdi gibi ama öyle değil. Bu bir tercih meselesi değil, en basitinden bu şekilde ifade edilebilir sanırım. Zira sansür denen şey, bilinçle değil var olanla ilgilidir. Sansürlüsündür veya sansürsüzsündür. Hadi biraz kısayım veya açayım denmez. Neysen osundur.
Filmin de olayı bu. Rahatsız ediyor. Etmek istemiyor, ediyor. Hani "kolamızı cipsimizi alalım, serilelim izleyelim" denilebilecek filmlerden değil. Mümkünse böyle bir şey denemeyin bile.
Filmin üzerine kurulduğu vakıa, en güzel bir kasap üzerinden anlatılırdı sanırım. Güzel seçim gerçekten. Başroldeki eleman da ciddi manada psikopata bürünmüş.
Başarılı olmanın kıyısından dönmesine rağmen asla başarısız bir film değil Carne. Sevmek de mümkün değil. Öyle garip bir şey işte...
Carne (1991) 5 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.