22 Temmuz 2012 Pazar

Café de Flore (2011) & Sunrise: A Song of Two Humans (1927)


Hemen söyleyeyim de kaynamasın, 2011'in açık ara en hemeninden izlenecek filmlerinden biri Café de Flore. Hatta öylesine izlenecek filmlerden ki, şuana kadar çok az filmde hissettiğim bir şekilde, biraz daha anlaşılabilmesi için tekrar yapılasılardan. Ben fena halde büyülenmiş durumdayım. Şuan hala kaç puan vereceğimi bilmiyorum ama ziyadesiyle etkilendiğimi not düşmüş olayım. Olumsuz yanlarına asla değinmeyeceğim bu yorumda :)

Ruh eşi, ruh ikizi vs vs. Hayat bazen aynilerin arasındaki farkları var eden detayları tüm şeylere galebe çalma gayreti üzerine kurulu. En azından ara ara çok yoğun bir şekilde bu duyguya kapılırım. Tamamen aynı bildiğim, farklarından bihaber olduğum "aynı şeyler"in, bir zaman sonra aslında tamamen "farklı şeyler" olduğunu kavrarım. Sözlükler, sözsüz kabuller vs hep yanlış der benim bu farkındalığıma ama daha yeni aymış deli gönül dinler mi? Diğer insanların hazır olmasını beklemez tabi, vurur kendini farkındalık yolculuklarına... Yorulur. Molalarda filan haber eder, iyiyim ben hafız, gibi vs vs...

Neyse. Harbiden ne ise yani. Ne ise öyle kalsın şimdilik. Film üzerine yazmayacağım. Ama filmin canlandırdığı şeyler hakkında bir deneme yazmaya karar verdim. Bir daha söylemiş olayım, çok yoğun film.

Arkadaşlar izleyiniz. Sadece müzikler bile yeter izlemeye. Son zamanlarda gördüğüm en sağlam soundtrack. Sigur Ros bile var ya Hu.

Yönetmene de hayran oldum. Ki kendisi aynı zamanda filmin senaryosunun da sahibi. Jean-Marc Vallée oluyor kendileri ve ne kadar övülse az sanki. Çok fena tuttum. Boşuna dikkatimizi çekmemiş diğer filmleriyle.

İzleyin diyorum, kaçıyorum. Ama kurgusuna dikkat çekeyim son olarak. Çok bonkör davranmış kurgu konusunda yönetmen/senarist abi!

Café de Flore (2011) 7+ / 10





Sessiz sinemanın tadını özlemek için tutarım kendimi ve biraz ara veririm izlemelerim arasına. Zira zaten leziz olan sessiz filmler, özlendiklerinde çok daha leziz bir hale geliyorlar. Ortak özellikleri olan nahiflik, daha bir işliyor ruhunuzun en tekinsiz katmanlarına...

Friedrich Wilhelm Plumpe ustanın bu nahif filmi de aynı duyguları canlandırdı zihnimde. Şöyle hakkıyla izlendiği zaman, benim gibi modern zamanları diline dolayanlar için, tarifi mümkünsüz şeyleri vaat ediyor. Köylülük, şehirlilik, köyden şehre inme planlarının tarif ettiği şeyler... daha neler neler. Of Allahım diyor, daha da içeriğine dalmıyorum. İzleyiniz.

1920'li yılların siyah-beyaz filmlerinin teknik üstünlüklerinin bir örneğine de şahit oluyoruz Sunrise: A Song of Two Humans'de. O imkansızlıklar içinde, bu tür göze hoş gelen zor şeyleri başarmaları çok saygıdeğer. Sinemanın büyülü olmasına dairlik açısından da mühim bunlar.

İzlemeyenler hemen izlesinler derim. Çok nahif be hafız. Ve de dolu!

Sunrise: A Song of Two Humans (1927) 7 / 10

1 yorum:

  1. Cafe de flore süper, benim gibi reenkarnasyona inanmayanlar için bile güzel bi tat..müzik ile film bu kadar güzel dans ettirilirdi! Sonu içimi burktu ama, biraz feminist bi tepki ama neden filmlerde genç bi hatun bulup giden erkeklerin arkasında ruhlarını iyileştirmeye çalışan kadınlar görüyoruz...tersi çok az.

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...