21 Ocak 2011 Cuma

The Pillars Of The Earth (2010) - Bir Katedralin Öyküsü


Starz'ın neden ayrı bir yerde olduğunu soranlara artık bir cevabım daha var. Yeni cevabım The Pillars Of The Earth. Çok iddialı gelmesin ya da beklentinizi yükseltmesin bu söz. Zira yapım çok çok çok üst düzey değil. Ya da en azından bir Rome ya da bir Spartacus değil. Zaten bu söz de, Starz'ın her yaptığının efsane olduğu anlamına gelmiyor. Öyle bir iddiam yok yani. Tarihi dizilere verilen önem mi desek, yoksa sırtı tarihi dizilere yaslamak mı desek bilemiyorum ama Starz'a yaptığım vurgunun çıkış noktası bu mihvalde.

Öncelikle dizinin, tuğla kılıklı bir kitaptan uyarlama olduğunu söyliyeyim. The Pillars Of The Earth, Ken Follet'in 1989 yılında yayımladığı aynı isimdeki kitabın televizyona uyarlanması. Bin küsür sayfası olan bu kitap kaç defa övüldü bana, tam olarak hatırlamıyorum bile. Fazla roman okuyan biri olmayan bana bu kadar kalın bir roman o kadar övülünce, haliyle hayatımda yer etmişti The Pillars Of The Earth. Sene başında da mini dizi olarak ekranlara geleceğini duyunca hemen sıraya almıştım ama izlemek şimdiye kadar nasip olmamıştı.

Best-seller olmuş eserlerin kameraya uyarlanması her zaman çok risklidir. İnsanlar okurken beyinlerinin sınırsızlık özelliğinin tüm sermayesini kullanırcasına bambaşka bir evren yaratırlar ve o evrene koyarlar ilgili eseri. Yapımcısı, yönetmeni, senaristi, oyuncusu ne yaparsa yapsın ne kadar uğraşırsa uğraşsın, romanı yine de okuyucunun yerleştirdiği o uçuk evrenden yeryüzüne daha doğrusu kamera karşısına geçiremez. Bu konuyu oldum olası, inançla (sadece dinleri kastetmiyorum) kavga etmeye benzetirim. Sizin için var olmayan bir şeyle kavga etmek... Varlığının farkında olmadığınız bir düşmanla çarpışmak... Zordur vesselam. İşte bu açıdan bakınca, 30'dan fazla dile çevrilip 14 milyondan fazla satmış bir romanın kameraya uyarlanmasının ne kadar zor olduğunu bilerek değerlendiriyorsunuz izlediğiniz şeyi. Dediğim gibi kesinlikle bir Rome ya da Spartacus değil ama ortalamanın bir hayli üstünde.


The Pillars Of The Earth'ın beni asıl vuran yanı, işlediği konudan ziyade 12. yüzyıl İngiltere'sini anlatması oldu. Bilindiği üzere Ada'nın en kötü zamanlarıydı bu dönem. Taht kavgaları, yoksulluk ve cahillikle birleşince muazzam bir kaos hüküm sürmüştü uzun süre. Avrupa tarihi bir şey öğretti bendenize; kaotik ve katolik kelime yapısı olarak ne kadar uyumluysalar, sebep-sonuç olarak da o kadar uyumlular. Yüzyıllar süren savaşların neredeyse tek sorumlusu hep Kilise olarak gözüküyor. Tabii ki Hristiyanlık'tan değil, güçle gözü dönen din adamlarının devlet adamlarının bile sahip olamadığı kıvraklıklarından bahsediyorum. İşte bu yapımda bunu allandıra ballandıra yansıtmışlar. Ama bazen kantarın topuzu kaçıyor ve din adamları yerine dine gelebiliyor o kroşeler. Hristiyanlığı korumak bana kalmadı elbet. Ama sinemanın dili son zamanlarda hiç olmadığı kadar din karşıtlığı barındırıyor. Biraz daha dikkatli olunsa, insanlar kardeş olsa, hayat bayram olsa filan falan...

Yönetmen koltuğunda benim takipte olduğum bir isim var; Sergio Mimica-Gezzan. Takip eden zaten biliyordur, bu abimiz yardımcı yönetmenliğin efsane ismidir. Yani muazzam şekilde tecrübeye sahiptir. Ama nedense bir türlü film işine girmiyor. Hep böyle dizi veya mini-dizilerle eğleniyor son zamanlarda. Yaptıkları gayet güzel ama bir sinemasever olarak ''filmlerin yeri her zaman ayrıdır'' diyor ve kendi başına bırakıyorum Sergio'yu.

Her yapımın bazı karakteristik özellikleri olmalı. Bu gibi tarihi yapımların olmazsa olmazları müzikleri ve tarihi dekorlarıdır benim açımdan. Müzikler bir hayli güzel, dekor ondan da güzel. Kesinlikle kendinizi 21. yüzyıldan kopmuş hissediyorsunuz. Bunun yanında oyunculuklar da gayet güzel. Ama makyajlar çok başarısız. Yani nasıl olur da böyle bir yapımda, bu gibi bir eksiklik barınır insan hayret ediyor. Okyanusu geçip derede boğulmak gibi. ''Bütçede sorun yaşadık'' diyemezler, 40 milyon dolar bütçeleri var. Neyse fazla vurmayalım ama makyaj olayı cidden konsantrasyon bozuyor.

Övdük övdük sonda vurduk gibi oldu ama izleyin diyerek toparlayalım onu da. Zaten 8 bölüm hepsi. Tarihi yapımlardan hoşlanıp, insanların güç karşısında ne kadar aciz olduklarını bir defa daha seyretmek isterseniz bu yapımı kaçırmayın. Üzerinizde etkisi olacaksa 3 adet de Golden Globe adaylığı var.

1 yorum:

  1. Sen şimdi diziyi mi tanıttın, edebiyat mı yaptın, tarihi taşlar mı salldın ortaya :)

    Eline ağzına sağlık. Bakıyorum kaç aylık boşluk var. O 3 ayda şu yazılardan en az 20-30 tane gelirdi ya!

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...