23 Aralık 2011 Cuma

11-20 Aralık 2011 Film Yorumları

Kaynak alt yazısının çıkmaması sebebiyle zoraki bir ertelemeye tabi tuttuğum, bu yılın en çok beklediğim filmlerinden biriydi Midnight in Paris. Beklentilerimin hepsine birer birer karşılık vermiş Woody Allen. Oyuncu seçimi, karakter yazımı, resim tercihi...

Hafif bir Night At The Museum havası sezilse de pek çoğumuzun hayatında önemli yerleri olan karakterlerle apayrı bir kimliğe bürünmüş film. Ve bu ressam, yazar, düşünür, yönetmen, senarist olan mühim tarihi şahsiyetleri canlandıran oyuncuların hepsi de mükemmel oynamışlar. Tabii Corey Stoll ve Adrien Brody bambaşka oynamışlar. Hani sadece bu ufak performanslarıyla bile pek çok ödül verilebilir bu iki oyuncuya.

İsimlerini anmadan olmaz :) Filmde şunları gördüm gibi. Kaçırdıklarım varsa affola. Zelda Fitzgerald - Scott Fitzgerald, Cole Porter, Ernest Hemingway, Juan Belmonte, Gertrude Stein, Pablo Picasso, Djuna Barnes, Salvador Dali, Luis Bunuel, Man Ray, T. S. Eliot, Henri Matisse, Leo Stein, Henri de Toulouse-Lautrec, Paul Gauguin, Edgar Degas. Ve bir de sondaki saray ikilisi. Ama çıkaramadım kimlerdir :)

Midnight in Paris (2011) 7+ / 10



Öncelikle bir Pedro Almodovar filmi olduğunu bilmek lazım izlemeden önce Hable Con Ella'yı. Yoksa mana yüklemeler zorlaşabilir pek çok sahnede, kurgunun gelişiminde vs. Zaten yönetmenle bir geçmişiniz varsa çok kolay akıyor film. Bunu neden dedim. Hemen söyleyeyim. Filmi toplu izledik. Ama homurtusu bol bir filmdi. Bıraksak mı, geçsek mi, değişsek mi gibi pek çok ses duyuldu arkadan önden :) Keşke birisi uyarsaydı bu elemanları :)

Neyse efendim, film pek çok açıdan vurucu. Belki yer yer hırpalayıcı. Hatta daha çok da düşündürücü. En basitinden 'normal nedir' sorusunu illa bir getiriyor koyuyor önünüze. Tabii siz de bu girift ve leziz görünümlü soruyu reddedemiyorsunuz ve güzel bir fikretme eylemine girişiyorsunuz. Filmden sonra 'psikopat' kavramına da ayrı bir paye verme ihtimaliniz yok değil. Onu da söylemiş olayım.

Bazı yönetmenler iyidir ama yaratıcı yönetmenler bambaşkadır. Özellikle baştaki tiyatro sahnesi inanılmazdı. Tüm filmi sadece o baştaki kısa gösterimde veriyor yönetmen izleyiciye. Ama kimse farkında değil tabii. Film bitince de inanılmaz bir ayma gerçekleşiyor. Sadece bu üretkenlik için bile izlenir şu film.

Hable Con Ella (2002) 7 / 10



Yapım yılı bu aralar olsaydı farklı değerlendireceğim bir film görünümünde Koş Lola Koş. Zira filmin üzerine kurulduğu kaos teoremi, kelebek etkisi gibi mevzular çok işlendi geçtiğimiz 10 yıl içinde. Ama bu film 1998 yapımlı ve hepsinden beri durumda. Hal böyle olunca, gözümüzdeki yeri daha bir saygın, daha bir ilklere yaraşır oluyor :)

Filmi hikayesiyle değerlendirirsek, korkarım katlederiz filmi. Zaten kısa olan süresi tamamen tekrarlarla geçiyor. Aynı başlangıca sahip hikayeyi 3 kere izliyoruz. Eğer filmin ana söylemini yakalamazsanız 200 dakikalık filmlerden çok daha fazla sıkılabilirsiniz şu 80 dakikalık filmde. Ama bir de aralardaki farkları, gelişimleri, etkilere verilen tepkilerin hayatta yarattıklarını gözlemlerseniz tadından yenmez hale geliyor film.


Son zamanlarda izlediğim en tempolu ve kurgusu sağlam yapımdı. Hele bir müzik var ki, filme hayat katan soundtrackler arasında başa güreşir kolaylıkla. Bir an düşmüyor temposu. Hani oturarak izlemek çok zor şu filmi :)


Lola rennt (1998) 7+ / 10



Sanıyorum ki şu filmi izleyip de akıllara Gwoemul (The Host/Yaratık) ve Salinui Chueok (Memories of Murder/Cinayet Günlüğü) ikilisinin gelmemesi çok zor. Belki yanlarına bir iki film daha ekleyebiliriz ama bu iki filmle beraber anılmalı Chugyeogja (The Chaser/Ölümcül Takip). Zira filmimiz, Salinui Chueok ile beraber Kore sinemasında başlayan seri cinayet teması üzerine kurgulanmış. Ve bu temadan ilerlerken Kore sinemasındaki yönetim eleştirisi denince akla ilk gelen film olan Gwoemul'dan da bir şeyler serpiştirmiş kurguya. Hal böyle olunca ortaya, hem seri katil peşinde gezinirken gerildiğimiz hem yer yer gülümsediğimiz hem de başta siyasiler olmak üzere pek çok katmanda bulunan yöneticilere kızdığımız bir hikaye çıkmış.

Oyunculuklar ortalamanın bir hayli üstünde, müzikler oldukça başarılı. Ama aması da var filmin. Nispeten kısa olan süresi, hikayeye fazla gelmiş. Sahne geçişlerinde bariz olmasa da göze batan aksaklıklar yaşanmış. Sonuç olarak güzel olmakla beraber türünün en iyileri arasında yer bulamayacak bir film olmuş.

The Chaser (2008) 6+ / 10



Pakistan, tarihi itibariyle çok kilit bir ülkedir İslam coğrafyası için. İslam'ın belki de ilk farklı kültürlerle teması bu topraklarda olmuştur. Daha sonrasındaki siyasi yelpazesini de göz önünde bulundurunca, bu önem durumu zamanları aşan boyutlara varıyor. Başta batının doğu karakolu görevi gören Hindistan'ın topraklarına dahil olduğu dönemin sona ermesi gibi mevzular, sonrasında da kendi içindeki parçalanışları günümüz İslam siyasi söylemlerinde derin izler bırakmıştır.

Film biraz buralara dokunuyor ama neye dokunacağına tam karar verememiş sanki. Gerçek İslam tanımı yapan uslübu, pek çok İslami değere hadsizce laf uzatıyor. Bunu yaparken, komünizme de vurmaktan geri kalmıyor ama sanki yalandan vuruş bunlar. Hal böyle olunca, söyleyeceği önden belli filmler arasındaki yeri perçinleniyor.

Oyunculuklar bir hayli ortalama. Tabii bu tür bir film özelinden bahsediyorum. Müzikler, genel doğu ezgileri kıvamında. Yer yer Bab'Aziz'i anımsamadım dersem yalan olur :) Ama tabii kalite benzerliği yok.

İzlenebilir ama elde öyle çok bir şey bırakacak bir film değil sonuç olarak. Sevdim diyebilirim.

Matir moina (2002) 4  / 10



Nasıl tanımlıyayım bilemedim bu filmi. Hem acı hem hüzün hem sinir hem kızgınlık hem burukluk gibi pek çok duygu yeşeriyor içinizde. Filmdeki bisiklete yüklenen manayı anlamak için, bisiklete dair bir tecrübeniz olması gerekiyor. Ve de bu tecrübenizin kesinlikle erken-orta çocukluk döneminizde vuku bulmuş olması gerekmekte. Bisikletin inat denen şeyle nasıl da güçlü kavramsal bağları olan, nasıl da yılmamazlığı körükleyen bir şey olduğu imgelemi yoksa zihninizde, oldukça yavan gelecektir bu film.

Dardenne kardeşlerle çok alakam yoktur. Belgesellerle çok yakından alakadar olmama rağmen nedense bir türlü kesişmedi yollarımız. Gerçi Dardenne belgesellerinden izlememişken, belgesellerle çok yakından alakadarım demek ne derece sağlıklı bir şey bilmiyorum :) Bu sebeple haklarında genel yargılara sahip değilim ama dilden dile dolaşan her filmlerinde kullandıkları karşıdan karşıya geçme sahnesi, bu filmde de var. Yakaladım onu :D

Film; kısa olan süresi, az olan karakter sayısıyla birleşince, vermek istediğini sanki bir perde aşağıdan verebilmiş sonuç olarak. Ama vuruculuğu gayet üst perdede bununla beraber. Onun içindir ki, Cannes'ten elleri yine boş dönmedi abiler bu sene. Jüri özel ödülünü bizim Bir Zamanlar Anadolu'yla beraber paylaştılar. Bu ödüle bir şey demiyorum ama sanki Avrupa Film Ödülleri'nden aldıkları en iyi senaryo ödülü biraz abartılı olmuş. Hani Melancholia olmasa adaylar arasında gene bir nebze anlarım da :)

Le gamin au vélo (2011) 6+ / 10



8 Kasım 2011'de tüm bu Maymunlar Gezegeni muhabbetinin ilk filmi olan 1968 tarihli yapımı izlemiştim. O kadar zaman bekletmeme rağmen beklediğim ışığı göremeyince, o ilk filmle başlayan seriyi orada bırakıp diğer serilere devam edeyim dedim.

Gerçi diğer seriler demek yanlış. Zira sadece ilk film seriye dönüşmüş durumda. Bu, yani 2001 yapımlı Tim Burton filmi, ilk filmin remakesi hükmünde. Tamamen aynı hikayeyi farklı bir ele alış. İlk filmde yaşadığım hayal kırıklığından sonra bu film gayet güzle geldi. Tabi bunda beklentimin yüksek olmaması oldukça etkili olmuştur sanıyorum.

Bu filmde en iyi yan, büyük ihtimalle oyunculuklardı. Pek çok oyuncuyu, maymun makyajlarına rağmen ilk göründükleri sahnelerde tanıdım. O derece kazınmışlar aklıma keratalar. Paul Giamatti'yi ayırıyorum. Onu nerede, nasıl olsa tanırım o muhteşem oyunculuğuyla :)

Şimdi sırada James Franco'nun oynadığı, 2011 yapımlı filmde. Acelem yok, bu film soğuduktan sonra izlemeyi düşünüyorum.

Planet of the Apes (2001) 5 / 10



Her şeyden önce, noir film hasretime son veren bir film Drive. Ne desem hakkını ödeyemem sırf bu sebeple. Bu kadar güzel bir şeyle karşılaşacağımı hiç sanmıyordum. Sahne sahne okumamak pek kolay değil yorum yazarken ama şuan değil de bir süre sonra yazmam gerekecek diğer yazılardan dolayı. Gerçekten çok başarılı bir metne sahip film. Sinema tarihine geçmiş pek çok filmle dirsek temasına geçen sahneleriyle insanın aklını alabiliyor. Öyle bir film.

Uzun uzadıya yazacağımdan burada fazla dillendirmeyeceğim ama Ryan Gosling gerçekten aşıyor. 2000'lerin başındaki o parıldayan eleman, yakmaya başladı iyice. Çıplak gözle bakmaya gelmeyecek bundan sonra. 2011 yılı, Ryan'ın yılı oluyor!

Oscar gecesi, gerek oyuncularıyla gerekse de teknik yönleriyle ismini çok duyacağımızı düşünüyorum Drive'nin. Tek kelimeyle, hak ediyor! 2011'in en güzel filmlerinden. Güzel demek doğru mu bilemedim şimdi. Kaliteli diyelim ona biz ;)

Drive (2011) 8+ / 10



Michael Crichton yazdığı roman bir hayli dikkat çekmişti. Okumadım ama okuyanlar tarafından bir hayli de sevilmişti. Bir sinemasever olarak, hele de bilim-kurgu aşığı birisi olarak perdeye uyarlanması ayrı bir güzellik benim için. Ve hele de bu uyarlamayı, bilim-kurgu denilen şeyi geniş kitlelere en çok yayan insan olan Steven Spielberg'in yapmış olması ayrı bir güzellik.

Bizim kuşağın en hit filmlerinden biridir desem kesinlikle doğru demiş olurum bu filme. Zira pek çoğumuzun sinemada izlediği ilk filmdir kendisi. O zamana kadar dinozor denen şeyleri sadece sözel imgelerle tahayyül eden bizler, bu filmle beraber görsel temas da sağlamıştık. Tabi durum bu olunca, efektlerden ve havada uçuşan esprilerden geriye başka bir şeye dikkat etmemiştik. Tekrar ederken fark ettim de, teknoloji olarak gününün ilerisinde olmasından ziyade başka hiçbir artısı yok filmin. Bunu kendime itiraf ederken bir hayli üzülüyorum ama durum budur :)

Müziğine de hayranımdır bu filmin. Onu da belirtmemek olmaz. Keyifli geçecek bir 2 saat için ideal.

Jurassic Park (1993) 5 / 10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...