Lord of War, The Terminal, S1m0ne, Gattaca ve hele de The Truman Show gibi birçoğumuzun hayatına etki eden enfes filmlerin beyni olan Andrew Niccol'un son filmi In Time. Tabii yapımın arkasındaki insan Andrew Niccol olunca beklentiler yüksek oluyor haliyle. İzlemeden bile az buçuk ne gibi bir şeyle karşılaşacağınızı tahmin ediyorsunuz. Buna rağmen yine de şaşıracağınızı ve de elemanın sizi yeniden şaşırtacağını biliyorsunuz.
Bu gel-gitlerle başladım filme. Fikir süper geldi. Ama ne yazık ki bu güzel fikrin yanına bile yaklaşamayacak senaryoyla karşılaştım. Kapitalizm karşıtlığını, V for Vendetta tarzıyla karışık Robin Hoodçuluğa bağlamak gerçekten ucuz olmuş. Halbuki ne filmler çıkardı bu fikirden ne filmler...
Ünlü dizilerimizin has oyuncularının yan rollerde olduğu tüm filmler gibi bu film de oyunculuk performansı açısından oldukça üst düzeyde. Bununla beraber bu güzel performansları vasat senaryolarla heba etmek insanı üzüyor. Zamana karşı yarışılan bir yaşam şeklinde, kaçan insanların 20 cm topuklu ayakkabı giymesinin mantığını lütfen birisi anlatsın bana ya Hu.
Fikir gerçekten güzel bu arada. Sırf fikir için izlenir. Ve film de senenin elle tutulur yapımları arasında. Müzikler de çok iyiydi. Seyir ola...
In Time (2011) 5+ / 10
Sinema tarihinin ünlü isimlerinden Georges Melies'in hayatının, filmin temelini oluşturduğunu hiç bilmiyordum. O kadar mest oldum ki bu sebeple anlatamam. Sinemaya gönül vermişlere bu şekilde iade-i itibarlar çok hoş oluyor. Gerçi bu iade-i itibar tanımının kullanımı tam da denk düşüyor sanırım. Zira elden alınmış bir itibardan ziyade, hakkıyla teslim edilmemiş itibarın sunumu şeklinde bir yapım Hugo. Yüzlerce (Ama gerçekten yüzlerce. Hatta 500'den fazla) filmi olan bir ustaya yakışmış gerçekten de bu atraksiyon. Keşke bu hakkaniyete sahip daha fazla yönetmen olsa. Martin Scorsese bir kere daha göstermiş ustalığını ve kendisinden sonra çok çok hayırla anılacağını (anılması gerektiğini) ağır bir vurguyla mimlemiş zihinlere.
Film çok duygusaldı ya Hu. Son zamanlarda bu şekilde bir film izlememiştim. Çok daha kaliteli ve içerikli bir film bekliyordum ama bu haliyle de çok güzel olmuş. Beklentimin altında kalmasına zerre kadar üzülmedim desem yeri.
Oyunculuklarıymış, efektleriymiş... Hiç alakası yok şu filmde. 3D olarak da iyi ki izlememişim. Zira filmin büyüsü kaçardı o şekilde. Keşke 3D olarak çekilmeseymiş dedim pek çok sahnede. Ama vardır bir bilinen, diyerek fazla eşelemeyelim.
Senenin gerçekten üst düzey filmlerinden. Yeri ayrı olacak...
Hugo (2011) 7+ / 10
Uzakdoğu sinemasıyla Kore sinemasını her daim ayırma taraftarı olmuşumdur. Bu filmle bu taraftarlığım fanatikliğe ulaştı böylelikle. Zira Kore sinemasının içeriği konusunda genel bir handikap varken, Uzakdoğu sinemasından içi dolu pek çok filme rastlayabiliyoruz. Kore sinemasının tek kimliği, duygusallığı aşırı boyutlara başarıyla çıkarması olabilir. Ki bu çoğu zaman da oluyor. Sayısını hatırlayamadığım kadar aynı konuyu ufak tefek farklılıklarla yeniden başarıyla işleyebiliyorlar ve hikayenin vuruculuğuyla izleyenleri hüngür hüngür ağlatabiliyorlar. Resmen büyük başarı bu!
Bu film de (Orijinal ismiyle Nae meorisokui jiwoogae, uluslararası ismiyle A Moment to Remember ve Türkçe ismiyle Hatırlanacak Bir Anı) diğer Kore sinemasının benzer örnekleri gibi çok güzel çekilmiş. Anlattığı mevzunun dayanak noktasına dair güzel atıflar saklamış senaryosunun içine. Yakalarsanız ne ala ama yakalamazsanız da klasik genç kız filmi olarak etkiler kolaylıkla. Tam bir, izleyelim ağlayalım filmi olmuş. Ve bu türün en iyi örneklerinden diyebilirim. Hani hafif bir Notebook beğenicisiyseniz, bu filmi izlememezlik etmeyin. Zira tam sizlik!
Oyuncular da üstlerine düşenleri fazlasıyla yapmış. İzlediğime pişman olmadığım gibi mutlu bile oldum diyebilirim. Böyle hikayelere ihtiyacımız var ruhu kaçmış insanlık olarak!
Son olarak da director's cut olarak izleyin derim. Arada yarım saat fark var.
A Moment to Remember (2004) 6+ / 10
Ve böylelikle geriye sadece tek film kalmış oldu. 6 filmlik Star Wars serisinin 5. filmini de izledik. Son zamanlarda oldukça fazla tekrar yapmaya başladım. Ama en güzel tekrar kesinlikle Star Wars oluyor. Hikayenin ilk üç bölümlük serisiyle bu ikinci üç bölümlük serisini birbirinden ayırt etmesi bile ayrı bir keyif. İkinci serinin, hikayesiyle ilk seriyi tamamlama ustalığı bile yeteri kadar memnun ediyor izleyeni.
Bu filmin ismine zamanında fazlaca tepki göstermiştim. Şimdi daha da tepkili gibiyim ama haddinden fazla kullanılmış efektlere, istenildiği kadar ilgi gösterilmemesini engellemek için bu tür bir yola gidilmiş sanıyorum. En azından bu izleyişimde iyice bu kanıya vardım. Zira filmin yarısından çoğu efekt. Ve hakkını vermek lazım, hiç sırıtmayan efekt bunlar ve hikayeye oldukça artısı olan sahnelerde kullanılmış durumdalar.
Tabii ilk serinin o senaryo ağırlıklı filmleri değil bunlar ama gerçekten hikaye çok güzel bağlanıyor. Hikaye ödülüm olsa, büyük ihtimalle Star Wars'ın bu ikinci serisine verirdim. İlk film çok güzel bağlanıyor, ikinci film çok güzel bağlanıyor... Ve üçüncü film daha da güzel bağlanacak. Tekrar yapınız efendim. Hak ediyor gerçekten.
Star Wars: Episode II - Attack of the Clones (2002) 6 / 10
Sadece 2010'un değil, son zamanların en çok beklenti yaratmış filmi desek herhalde yanılmayız The Expendables için. Zira etrafta cismi yokken filmin, kadrosundaki isimlerle pek çok sinemaseveri heyecanlandırmıştı. 2 sene beklediğimi biliyorum filmi. Beklerken asla kaliteli bir film olacağını sanmıyordum ama son zamanlarda sinemada izlenecek, yani hakikaten hakkıyla sinemada izlenmesi gerekecek çok az film çekiliyor. O açlığa son verecekti bu film. Lakin sinema gösteriminden az bir süre sonra, extended director's cut versiyonunun çıkacağı bilgisi düştü. Bende de hiç konsantrasyon kalmadı ve sinemada izlemekten vazgeçtim bu filmi.
Çok büyük yazık olmuş. Öyle film ki, gram sıkılmadan 113 dakika izletiyor kendini. 8 milyondan fazla kurşun atılan, 3 binden fazla patlama olan kaç film izleyebilirsiniz ki! Gerçekten tam da popcorn bir film ve hakkıyla çekilmiş bu tür için. Ben oldukça sevdim. Son zamanlarda bu tür filmlerde son derece sıkılırken, The Expendables'de hiçbir saniyede sıkılmadım.
Tabii bunları bir eğlence filmi için söylüyorum. Yoksa filmde senaryo aramakla pek zor bir işe kalkışmış olunur. Ben bulamam mesela. Ama gerçekten çok eğlenceli bir film. Şöyle kafa dağıtmak için 10 numara. Oyunculara girmeyeceğim. Uzar mesele... Hepsine selam olsun.
The Expendables (2010) 4 / 10
Son yıllarda yükselen Kazak tarihi filmleri dalgasının sanırım en sönüğü bu film. En azından bir Mongol draması yok filmde. Onun yerine uzun uzadıya Hollywood çakmacılığına özeniş var. Zaten oyuncuların çoğu Hollywood çıkışlı. Ve bu ithal oyuncuların neredeyse hepsi, en iyi ihtimalle 4. sınıf oyuncu o sektörde de. Hal böyle olunca ortaya elle tutulacak yerini bulmanın gayet zor olduğu bir film çıkmış.
Aslında Sergey Bodrov ismini görünce insan bir duruyor. Şans tanımak istiyor ama gerçekten bu kadar klişe bir film izleyebileceğimi hiç sanmıyordum. Sahneler arasında bağlantı kurulmaya fazla özen gösterilmemiş. Replikler tamamen hamaset üzerine ve oldukça yapmacık bir şekilde yazılmış. İnsan üzülüyor.
Filmin geçtiği zaman dilimindeki Kazak tarihine, dağılmış bir imparatorluk ve beklenen mesihler dönemi diyebiliriz kısaca. Dolayısıyla sinema için çok elverişli bir dönem. Ama işte iş özentilikle yapılınca olmuyor. Bakınız Mongol'a. Bu filmle aralarında neredeyse gram alaka yok.
Bütün bunlara rağmen, ucundan da olsa bir helal olsun demeden edemiyorum. Tarih mühim. Sinema için ise elzem. Darısı başımıza diyelim biz yine de. İyi kötü... tarihi film olsun da...
Nomad: The Warrior (2005) 3 / 10
Yusuf Üçlemesi'nin ikinci filmi Süt. İlk filme ayrı bir mana yüklemiştim. Ama çok iyi mi yoksa düz minimal bir film mi olduğuna tam karar verememiştim. Yoruma şuradan ulaşabilirsiniz. Hala da puan verebilmiş değilim Yumurta'ya. Zira gerçekten bir taraftan bakınca oldukça yoğun ve özlü bir film gibi algılamaktan kendimi alamıyorken, bir başka taraftan bakınca ortalama bir film gibi algılıyorum. Ama yeri ayrı bir film Yumurta ve saygıyı kesinlikle hak ediyor.
Yumurta'dan sonra vites yükselir diyordum. Gerçi Yumurta'daki vites öyle pek kolay yükseltilemez gibi duruyor. Her şey yerli yerinde zaten filmde ama onu çeken daha da iyisini çeker fikriyle bütünleşiyor insan. Ama öyle değil Süt. Yumurta'yı kesinlikle aratıyor. Ama kesin yani. Yumurta'daki o akıcılık, tercih edilen resimlere yüklenmesi muhtemel anlamlar, hikayedeki geçişkenlikler ve daha bir sürü sayılabilecek noktada büyük farklar var iki film arasında.
Süt'teki Yusuf'un da oyunculuğu Nejat İşler'in bir hayli gerisinde kalmış. Genç bir eleman olduğundan mazur görülebilir ama o yaşta ne ateş parçaları var ne ateş parçaları. Keşke şöyle daha daha bir oyuncu bulunsaydı. Semih Kaplanoğlu'ndan yanlış bir seçim olmuş.
Her şeye rağmen yine izlenebilir ve iyiye yakın bir filmdi. Aksaklıklarının bol olması seriye gölge düşürse de hikayeye öyle büyük yaralar açmamış. Bal ile yakında noktayı koyuyoruz seriye.
Süt (2008) 4 / 10
İzlemek için çok zaman beklediğim/beklettiğim bir film Lord of the Flies. Bu kadar izlemek istememin en önemli sebebi, güzel yazılmış olduğundan emin olduğum bir romandan uyarlanmasıydı. Kitabın çevirileri konusunda cesaretimi kıran çok yorum duydum. Hala okumadım bu sebeple ama filmi izledikten sonra artık daha da bekletmeyeceğim. Zira film biraz olmamış gibi.
Filme olmamış diyemiyorum gönül rahatlığıyla. Gibi diyorum. Çünkü bir şeyler var belli ama geçmemiş bu olan şeyler perdeye. Kitaptan uyarlamaların potansiyel handikabına bu film de yenik düşmüş kısacası. Kitapta yazarın rahatça anlattığı, betimlediği çoğu şeyi yansıtamıyor kamera. Sadece gösterme gücü var ama bu da çok yetersiz kalıyor çoğu zaman. Bu film, bu handikabın en canlı örneklerinden sanırım. Tabii bunlar birer tahmin. Bu tahmine de anca kitabı okuyarak kesinlik kazandırabileceğiz. Kitap bizi bekler...
Dini ve insan doğasına dair atfı bir hayli yoğun hikayeye sahip bir film izliyoruz. Kamera ve senaryo kullanımı yerinde olmasına rağmen, reji konusunda aynı şeyi kolaylıkla söyleyemiyorum. Halbuki filmin en büyük kozu Peter Brook gibi duruyor en başta. Ama durum böyle değil. Biraz salaş olmuş adamız. Filmi abartmadan övene karışmam, ama öyle fena halde övülmesi gereksiz gibi duruyor. Ortalama bir film olmuş. İzleyin derim ama beklentiniz fazla olmasın.
Lord of the Flies (1963) 5 / 10
Alien serisinin 4. ve klasik manadaki son filmi. Tabii seri öyle muhteşem başlamıştır ki, diğer tüm filmler ilk iki filmle kıyaslanmış durmuştur devamlı. Lakin büyük haksızlık bu. İlk iki film bambaşka boyutların filmidir. Bu tip hareketlerden lütfen kaçınalım yani. Olmuyor gerçekten :)
Bu kez yönetmenimiz Amelie'den tanıdığımız -en azından genel olarak- Jean-Pierre Jeunet. Ne alaka demeyin, gerçekten bilmiyorum ama ben yine de sevdim sayılır rejiyi. En azından 3. filmle kıyasladığımda daha eli yüzü düzgün geldi bu film. Bir de bu sefer special edition ile izledim. Sanırım büyük bir ivme katmış filme bu edit.
Zorlama sahnelerin, dalga geçilmesi muhtemel sahnelerle dansını izliyoruz bir kaç bölümde ama yine de elle tutulur bir film Alien: Resurrection. Şimdi Predator serisiyle birleşiyor seri. O sebeple Predator serisine geçiyorum 2004'teki Alien filminden önce. Tekrar keyifle sürüyor hasılı. Tavsiye ederim, şöyle special edition tekrarını...
Alien: Resurrection (1997) 5 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.