Güzel bir haftaydı. Hatta son zamanlardaki en iyi haftalardan biri bile denilebilir. 7de7 diyorum ve yorumlara geçiyorum :)
Mission Impossible serisinden film gelecek de, bu gözler onu bile bile izlemeyecek. Sanmıyorum ki olsun böyle bir şey. Bugünlere geldiysek, iyisiyle kötüsüyle çok şeyler borçluyuz bu ve birkaç seriye. En azından gönül bağımız var. Her türlü izlenir, izliyoruz.
Bunlarla beraber, serinin içi iyice boşaldı. Bkz. önce sev sonra öldür :) Teknoloji arttıkça garip bir biçimde serinin ruhu kayboluyor. Daha kolay izlenmeye başlanıyor filmler ama Ethan Hunt'un yaşlanmasıyla tümden kaybolmaya yüz tutuyor artık.
Bu filmden sonra anlaşıldı ki, son zamanların kimse tarafından tutulmayan aktörü olan Jeremy Renner, serinin yeni has elemanı. Tom abiden boşalması muhtemel koltuğa gerim gerim gerilecek. Bence yakışacak da. Lakin daha dolu filmlerle tanıdık kendisini. Bu şekilde popülerliği hızlı bir şekilde artacak olsa da, saygınlık filan kalmayacak kendisinde. Dikkat et Jeremy, der geçerim :)
Film, klasik Mission Impossible filmlerinden. Uçanlar, kaçanlar, zıplayıp parende atanlar filan sayılarla ifade edilemeyecek durumda. Müzikler de almış başını gitmiş. Uzun olmasa tam vakit geçirmelik diyeceğim ama 133 dakika ıcık fazla olmuş. Yine de sevdim be hafız :)
Mission: Impossible - Ghost Protocol (2011) 5 / 10
Bir varoluş seremonisi... Bir yok oluş güzellemesi... Bir devr-i daim selamlaması!
Bazı filmler oluyor, durduruyorlar insanı. Durduruyorlar ve hareketsizliğin içinde gizli bir ritüel edimi kazandırıyorlar. Beyinlere yerleşiyorlar ve çıkmıyorlar uzun süre.
Artık o filmi izlemiş biri oluyor çıkıyorsunuz. Aktarımı imkansız duygularla dolmuş ceplerinizle uzun ve de huzurlu yolda (yaşam) ilerlerken, dinginlik üzerine farklı ihtisaslar yapıyor buluyorsunuz kendinizi.
Ne desem boş. Bu film kesinlikle izlenmeli. Mananın bini bir para; seç beğen yükle. Olmadı, filmin size hazır sunduğu manalardan seçebilirsiniz. Kesinlikle boşta kalmaz anlamlandırma çabalarınız. Gerçi çabaya da gerek yok!
Sondaki müzik enfesgillerden. Sadece onun için bile izlenebilir. Ben bayıldım, siz de bayılın efendim.
Söylememe gerek yok sanırım, bu filme uzun bir inceleme yazısı gelmesi çok muhtemel :)
Bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom (2003) 8+ / 10
Geçtiğimiz senenin en beklenen iki biyografik filminden biriydi The Iron Lady. İngiltere tarihinin tartışılmaz bir şekilde en ünlü başbakanlarından biri olan Margaret Thatcher'in yaşamını anlatacak bu film, kendisinden ziyade başrol oyuncusuyla sükse yaratmıştı benim açımdan. Son 30 senenin tartışmaz bir şekilde en güçlü aktrisi Meryl Streep oynayacak da, sükse olmayacak. Evet biraz garip olurdu zaten.
Film üzerine çok konuşulur. Zira Margaret Thatcher olayı mühim. İngiltere gibi modern dünyanın en vitrin ülkelerinden birinin yakın tarihinin en önemli şahsiyeti üzerine kurulmuş durumda. Sevenleri, nefret edenleri derken herkesin söyleyecek bir sözü var elbette. Film de tam olarak buradan girişmiş olaya ve söyleyecek sözü olanları iyice tahrik etmiş. Girmeyeceğim içeriğine ama şu kadarını söyleyeyim siz anlayın; ablamız aşırı bir feminist gibi gösteriliyor filmde!
Film olarak bakarsak ben sanki beğendim gibi ama işte tarihi olaylar çok farklı bir bakış açısından anlatılmış. Her şeye değinmek isterken geneline yüzeysel kalınmış olayların. Artılarının yanında eksileri de olan başarılı bir film demekle yetineyim.
Meryl Streep enfes oynamış. Sağlık sıhhat dilemeli kendilerine, zira bir daha böyle bir oyuncu çok zor gelir. Aldığı ödüller anasının ak sütünden birkaç ton daha helal olsun der kapatırım mevzuyu;
The Iron Lady (2011) 5+ / 10
Şirinler, Ayı Yogi derken Muppetlar'ın yeni bir filmi olmazsa olmazdı. Diğerlerini izlemedim ama bu film kesinlikle olmuş. Hem de geçmiş nesillerin diğer efsanevi tv şovlarının filmlerinden gözle görülür bir şekilde kaliteli olmuş.
Şirinler faciasından sonra çekinerek başladım ama yüzümü kara çıkarmadı. Gerçi içten içe de ümitliydim. Zira filmin arkasındaki isim The Flight of the Conchords'un yaratıcı ismi James Bobin'di. İlgili diziyi izlemeyen varsa hemen bir denesin derim. Absürtlükte sınırları oldukça zorlayan bir yapıya sahip. Filme de yansımış bu absürt hava ve ortaya yer yer keyiften çatlayacağınız sahneleri olan bir şey çıkmış.
Hikayesiz de güldürülebileceğini bir kere daha kanıtlayan bu güzel güncel zamanlara uyarlamayı izleyin derim. Referans bir yapım olduğundan hasıl fena halde ünlü yığılması da var filmde. Sıkılmanız neredeyse imkansız. Önceleri sayıyordum şu var bu var diye, sonra bir baktım ki saymak zaman alacak bıraktım. İçlerinde illa sevdiğiniz ünlüler de olacaktır. Güzel bir konsantrasyon sağlıyor gerçekten bu gibi atraksiyonlar :)
The Muppets (2011) 6 / 10
Bilendiğim filmlerden biriydi Tyrannosaur. Yaşlı kurt Peter Mullan her zaman performansını merak ettiğim abilerden biri. Sırf onun için bile bekliyordum diyebilirim. Ama ondan önce Paddy Considine'nin ilk yönetmenlik deneyimini izleyecektik. Güzel oyuncuydu, gençti ama yönetmendi de artık. Becermiş, belki fazlasıyla bile.
Derin karakter analizli bir şey izleyeceğiz sandım filmin başında ama öyle olmadı. Bunun yerine sorunsalla yüzleştirmeyi tercih etmişler. İyi de yapmışlar. Şiddetin varsıllığıyla varlığının nasıl bir ilişki içinde olduğuna dair güzel bir gözlenim denilebilir filme. Her zaman derim, şiddet lazım şey ama her şey kadar; şiddetsizlik kadar, mülayimlik kadar, canilik kadar. Her durum neyi gerektiriyorsa o şekilde davranılmalı. Gereksiz şiddet de, şiddetsizlik de, canilik de yanlış. Yeri geliyorsa içindeki canavar çıkacak arkadaş.
Neyse fazla konuşup insandan soğutmayalım kendimizi ama film olmuş. Üzerine en fazla yazmak istediğim son dönem filmlerinden biri olduğunu belirterek, oyuncu performanslarına saygı durup, filme tanımlayıcı bir iki sözden sonra puanını verelim.
Cesurların, elini taşın altına koyanların ve "ayrı"ların birleşmesi filmi; Tyrannosaur. Ve bazen aşk çok abartılıyor. Ondan çok daha mühimleri, çok daha elzemleri ve çok daha yalın ama hasret çekilenleri var...
Tyrannosaur (2011) 6+ / 10
Kaç defa izledim şu seriyi, bilmiyorum. Her defasında göz açıp kapayıncaya kadar bitiyorlar. Hani zaman denen şeyin göreceliliği üzerine ihtisas yapanlar, eğer şu seriyi izleme imkanı bulurlarsa, ortaya koyacakları tezler vesaire çok daha farklı ve görecelilik açısından oldukça pozitif renkler barındırır. Einstein filan kaçırdı bu fırsatı, günümüz teori fizikçilerine naçizane duyurumdur; bir de bu açıdan bakınız efendim olaya :)
Yüzüklerin Efendisi sevgim çok fazla ama nedense üzerine şöyle tam bir inceleme yazısı yazmıyorum. Layık olmayacağını bildiğimden yazmıyorum sanırım ama bu bir bahane olmamalı. Her izleyen, illa bir şeyler yazmalı bu seriyle ilgili. Ne bileyim en azından Peter Jackson'a methiyeler düzsünler sadece veya Tolkien'in insan olamayacağına dair tumturaklı bıt bıtlar savuştursunlar. Ama yapsınlar bir şeyler.
Ufak yorumsuz geçmeyeyim dedim. Hafiften de bir mim olsun bu yorum. Sonradan şöyle en az 50-60 sayfa tutacak, tüm seriyi kapsayacak detaylı bir inceleme yazısı niyetimi hatırlatmak amacıyla da kalsın buralarda.
İzlemeyen yoktur sanırım. Varsa da lütfen insan içinde söylemesin :)
Puan konusunda ne diyebilirim bilmiyorum. Blogu takip edenler bilir, titizimdir puanlamada. Ama şu seride titizlenmeyi gereksiz ve -tamam itiraf ediyorum- çok zor buluyorum. Dolayısıyla orasına burasına hiç bakmadan gönlü rahat bir şekilde yapıştırıyorum;
The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (2001) 10 / 10
50'lerin Japon filmlerine her daim saygım sonsuzdur. Savaştan çıkmış bir millet düşünün. Sanayi dönemi almış başını gitmiş. Modern zamanlar gümbür gümbür yankılanıyor her yerde. Aldığınız ağır darbelerden bir anda kurtulmanız imkansız ve zaman çok hızlı akıyor. Ya geçmişinize sahip çıkıp aldığınız darbeleri mazoşistçe karşılayacaksınız ya da tüm geçmişinizi bir kenara bırakıp köksüz bir medeniyet olma yolunca ilerleyeceksiniz. Zor bir durum...
Ve pek çok 50'lerin Japon filmlerinde bu durum baş vakıadır. Geyşa kültüründen hızlı kopuş gözleriz çoğusunda. Bir başka konu da samuray kültürünün yok oluşudur. Dışta da -ufak- birkaç insan hikayesi vardır ve ortaya karışık, ana konusu zayıf olsa da, insanı etkileyen filmler çıkar durur.
Bangiku (Late Chrysanthemums) de hafiften böyle bir film. Ama bu tanımladığım durumdan bir tık daha aşağıda. Yine sağlam bir fikir üretilmiş en başta. Fakat hikaye çok zayıf kalmış. Replikler hikayeyi beslememiş. Oyunculuklar yine sınırlı... Klasik bir erken dönem Japon filmi..
Yine de izleyin derim. Beklentim vardı. O sebeple biraz aradığımı bulamadım ama iyiye yakın bir film oluyor kendileri.
Bangiku (1954) 5 / 10
8 Mayıs 2012 Salı
01-07 Mayıs 2012 Film Yorumları
Etiketler:
01-07 Mayıs 2012 Film Yorumları,
Film Yazısı,
Sinema,
Toplu Film Yazıları
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Şu yorumdan sonra Yüzüklerin Efendisi'ni izlememeyi başramam artık :) Eline sağlık, hiç ne izlesem diye düşünmüyorum şu format sayesinde :D
YanıtlaSil