24 Ocak 2012 Salı

16-23 Ocak 2012 Film Yorumları

Bu hafta iki adet müstakil yazımız mevcut. Lakin yarın veya daha sonraki günlerde eklenecekler. Okumanızı ve de izlemenizi umarım ikisini de. Zira gayet ayrı(!) filmler;

-Pina (2011)
-Reis Bey (1988)




1968 yapımının devamı sanıyordum ilkin bu filmi. Aslında sadece ben de değil, pek çok tanıtım bu minvalde yapıldı. Haliyle beklenti tamamen farklı bir şekilde oluştu. Tek diyebileceğim şey şu; eski seriyle gram alakası yok. Tamam selam çakmalar var ama o kadar. Hani izlemek için eski serilere bir göz atayım, neyin ne olduğunu anlayayım, derseniz gerek yok böyle bir şeye. Hemen girişebilirsiniz bu 2011 filmine.


Eski serileri sevemediğimden (evet sevmeye çalıştım) ve bu filmin de o serilerin bir şekilde devamı olduğunu düşündüğümden, filmle ilgili beklentilerim gayet düşüktü. Sanırım bu sebeple oldukça beğendim. Yüksek bütçeli, bol efektli klasik Hollywood filmlerinin iyilerinden diyebiliriz bu filme. Zıplama, patlama, çıldırma, uçma gibi sahnelerinin hepsi başarılı. Senaryo olarak pek tatmin edemiyor ama dediğim gibi gayet izlenebilir bir aksiyon.

James Franco'nun son birkaç yıldır oynadığı filmlerle beraber çok farklı bir yola sapacağını düşünmüştüm aslında. Ama heyhat ki, yakışıklı genç aktörlerin genelinin gittiği yoldan kurtulamıyor bir türlü. Bu filmlerden kurtul James, o kadar diyorum :)

Rise of the Planet of the Apes (2011) 5 / 10



Her şeyden önce söyleyeyim. Bu film çok başka bir yerde artık benim için. Kalitesi bir yere, çok feci halde beğendim filmi. Hani başucu kavramı var ya, ahanda ondan işte bu film artık bende. Döndürür döndürür, evirir çevirir izlerim.

Yine spoiler içermeyen bir yorum yapacağım ama bu sefer gerçekten çok zorlanacağım. Zira bu film başka. Yani gerçekten farklı. Tek ifadeyle izlenmesi gereken bir film. Aynı zamanda kurabiyesiz izlenmemesi gereken bir film. İzlerken yandım bittim kurabiye diye, demiş olalım :)

Hayat dediğimiz şey aslında çoğu zaman birçok şeyin fikir ham maddesidir. Buna kimsenin itirazı yoktur sanırım. Lakin çoğu zaman bu durum es geçilir. Sanırım bu filmin en büyük özelliği bu. Hayatın edebiyatla kurduğu temas, gözler önüne feci halde seriliyor. Hem de en yalınından. Bunu yaparken yazarların karakterlerle olan ilişkisiyle yaratıcının kullarıyla kurduğu ilişkiye dair muhteşem atıflar kullanıyor demek de çok zor değil gibi.

Neyse... İzleyin izleyin. Hem dramatik, hem komik, hem duygusal, hem fantastik, hem uçuk, hem hem hem bir film. Fena halde basit bir şeyin ne kadar etkileyici olabileceği mevzusunda merak ettiğiniz noktalar varsa cevaplar bu filmde barınıyor olabilir.

Oyunculara girmeyeceğim bilerek. Hepsi süper. Sevmeyecek olsanız bile izleyin.

Stranger Than Fiction (2006) 8 / 10



'Dünya barışına karşı işlenen suçlar' gibi dünya siyasal-hukuk literatürüne geçen 'itham'ların can bulduğu bir mahkemedir Nürnberg Mahkemeleri. Esasında galiplerin mağlupları yargıladığı her mahkeme gibi bu mahkeme de hukuk konusunda oldukça sınıfta kalmıştır ama söz konusu sanık Nasyonal Sosyalizm olunca insanın bu gerçeği dillendirmesi gelmiyor içinden!

İşte olay da buradan başlamakta zaten. Bazı şeyleri dillendirmek gelmiyor bazen insanın içinden. Hukuk gerçekten de keskin bir şey. Üzerinde yürümeyi başarabilmek gerçekten de kutlanası bir şey. Sanırım bu anlatmaya çalıştığım şeyi en iyi tasvir eden filmlerden biri Judgment at Nuremberg. Birkaç tane daha mahkeme filmi var efsane tadında ama bunun yeri biraz daha ayrı oldu benim için. Çok feci halde vuruyor insanı. 'Dönüyor dönüyor vuruyor' dediğim şey tam da budur!

Film üzerine gerçekten çok şey söylenir. Filme ismini veren mahkemenin gerçek tutanaklarıyla güzel bir şekilde karşılaştırma yapılabilir. Hitler'le ilgili mevzulara gerçek perspektifler eklenebilir. Filmde Hitler'e gönderilen selamlarla Abd'nin galipliğin arkasına nasıl sığındığı üzerine uzun uzadıya bir şeyler söylenebilir. Ama sadece izleyin demekle yetinmeye çalışayım.

Ve son olarak ekliyeyim. Hayatımda izlediğim en uçuk oyuncu performansları bu filmdeydi. Ben böyle oyunculuk görmedim. (Tabii ki gördüm de feci etkilendim arkadaşım. Tutamıyorum kendimi. Tutmayın öveceğim valla :) ). Bir başlıyor abiler, bitmek bilmiyor sahneleri ve inanılmaz oynuyorlar. Hani resmen yaşıyorlar ve sahneler genelde karşılıklı ilerliyor. Senaryosu da muhteşem olunca ortaya daha da etkili bir performans konuluyor. Tadından izlenmiyor hasılı. Oyunculukları bari görün derim. 3 saatten fazla sürmesine bakmayın. İzleyin, izleyin ;)

Judgment at Nuremberg (1961) 9 / 10



İnsanlık medeniyetimizin sayılı masallarından olan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'in sanırım en elle tutulur sinema iz düşümü bu animasyon oluyor. Pek çok uyarlama olmasına rağmen hiçbiri ortalamayı bile bulamamış durumda. Godard ustanınkileri saymıyorum :)

Bu durumun pek çok nedeni olabilir ama bence en mantıklı çıkarımı, kesinlikle hikayenin filmlik bir durumunun olmaması en başlıca neden. Geçtim senaryo uygunsuzluğunu, bu masala oldum olması uzağımdır. Verdiği mesajlar itibariyle sakıncalı bulmuşumdur. O prens yok mu hele... Neyse işte o mevzusuyla zirveye çıkar uyuşmazlığımız ama oraya kadar pek çok ayrıldığımız konu var masalı çıkaranla. Neyse konumuz film :)

Walt Disney'in ilk uzun metraj animasyonu olduğundan çok mühimdir bu animasyon. O sebeple çok titiz bir şekilde el üstünde taşınır. Gerekli saygıyı göstererek burada da ayrılıyorum. Ama ona da girmeyelim. Lakin şunu da diyeyim. Ufaklıklar için anlatımı inanılmaz uygun. Büyükler için izlemek işkenceyken, ufaklar için muazzam bir anlatımı var. Hedef kitle için biçilmiş kaftan hasılı.

Snow White and the Seven Dwarfs (1937) 4 / 10



Hepsini geçtim. Ghibli ve Miyazaki isimlerini bir arada andırması bile fazlasıyla yeterli şu anime için. Ustadan önceki gibi filmler pek gelmiyor. Bu filmi de zaten yönetmemiş ama kendi imzasını, filmin senaryosunu yazarak -fazlasıyla belli ede ede- atmış. Hani hikayeyi biliyoruz zaten. Filminden tutun romanına kadar genel hikayesi zihinlerimizde bu Aşırıcılar'ın ama hiçbiri bu kadar acıtmamıştı içimizi. Miyazaki gerçekten büyük adam. Keşke daha çok yönetse...

Yine tam olarak neye kızacağımızı bilmeden izliyoruz. Yine tam olarak neye üzüldüğümüzü bilmeden burkuluyor içimiz. Yine insana dair sadelik temelli açılmış bir savaşın ortasında hissediyoruz kendimizi. Yine bir tarafı seçiyoruz ama imkansızın peşinde olduğumuzu da biliyoruz bir taraftan. Zira asla kazanamayacak tarafı tutmaya zorlanıyoruz hikayeyi kurgulayan tarafından.

Müzikler enfes her zamanki gibi. Muhteşem çizimlerin üstüne mükemmel uymuş bu şarkılar ve tema müzikleri. Sondaki parça hepten uçuk. Seviyoruz bu türü. Hiç tükenmesin, biz de hep izleyelim :)

Kari-gurashi no Arietti (2010) 6+ / 10



Ne zamandır kıyıda kalmış Avrupa ülkelerinden film izlemiyordum. Hazır güzel bir altyazı gelmişken ne zamandır beklediğim bu filmi aradan çıkarayım dedim.

Filmimiz (Bullhead) gayet güzel bir ilk film. Michael R. Roskam ismini zihnime kazıması açısından oldukça önemli halihazırda. Zira bir ilk filme göre muazzam bir sinematografisi var. Yönetmen süreyi biraz aşağı çekse çok daha etkili ve de vurucu olabilirmiş. Gerçi bu haliyle de fazlasıyla vuruyor. Ama uzun süresine rağmen havada kalan bir kaç nokta var yine de. Bu havada kalan noktalar, hikayesel değil tabii, tematik. Bunu vurgulayarak söylemiş olayım. Film zaten oldukça minimal. Yani izleyip de "olum bunda zaten her şey havada, yere konmuş bir şey yok ki" çıkışlarıyla gelmeyin sonra :)

Şiddetin anatomisine dair, insan doğasının normalliğinin gerekliliği üzerine bir açılım yapmış Michael R. Roskam. Oradan gitmiş. Acımakla tarafını tutmak arasında kaldığımız kahramanımız, filmin her şeyi. Tabii söz konusu şiddet de yine bu kahramanımızdan kaynaklı...

Ben sevdim arkadaşlar. Pek izlenmemiş durumda film. Ama bundan sonra izleneceğini düşünüyorum. Zira film yavaş yavaş Akademi'nin çekim çeperine girmiş bulunuyor. Bir Zamanlar Anadolu'da filmimizi henüz izleme şansım olmadı. Ama Oscar'a gitmeyecekse Nuri Bilge Ceylan bu sene de, bu film gitsin derim.

Rundskop (2011) 6+ / 10



Sinema tarihinin açık ara en ama en filmlerinden biridir Taxi Driver. Kült, derin, politik, eleştirel... Birçok en tamlama alternatifi vardır cebinizde. İstediğiniz herhangi birini ya da birilerilerini kullanabilirsiniz bunlardan ve hepsi de mükemmel şekilde tanımlar Taxi Driver'i.

Gözlemlediğim kadarıyla film herkes içindir ama her zaman için değildir. Şöyle ki, filmi sağlam bir sinema izleyiciyseniz büyük ihtimalle seveceksinizdir. Bunu da şöyle açıklamaya çalışayım. Filmi farklı zaman dilimlerinden izledim. İlk izlediğimde hiç sevmediğimi hatırlıyorum. Aslında sevmemek de değildi duyumsadığım şey. Ulaşmamaydı sanırım. Film bana hitap etmemişti. Tabii sonradan fark ettim ki, aslında ben filme hitap etmeyen bir izleyiciymişim zamanında. Sonra yaş ilerledi. Dünyayla etkileşim içine girdim ve bir de baktım ki film inanılmazmış. Dönem 'a'bd'sine dair inanılmaz bir senaryoyla karşılaştım. Ortaokuldan mezun olduğum seneydi sanırım bu duyguları yaşamamı sağlamış izlemem. Ve şimdi de son izleyişimi yaptım. Ve ikinci izlediğimden çok daha derin bir şeyle karşılaştım. Film resmen derin. Belki çok daha derindir. İleriki yaşlarda daha da farkına varmak dileğiyle... :)

Orasına burasına girmeyeceğim. Oyunculuklar, yaratılan atmosfer... Süper her şeyiyle. Martin Scorsese'nin yönettiği bir filmde, rejiden daha çok sevdiğim senaryo pek olmamıştı. Sanırım bu filmin bu konuda bir ayrıcalığı var :)

Taxi Driver (1976) 9 / 10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...