26 Ocak 2012 Perşembe

Pina (2011) - Görsel Bir Terennüm!

Spoiler içermez. Rahat rahat okuyabilirsiniz.


Orijinal boyutu için tıklayınız

Kategorizeleştirme eğilimimin ne kadar rahatsız edici hatta ne kadar vahim ve korkutucu boyutlara ulaştığını, sarsıcı bir şekilde yüzümde hissetmemi sağlamış tokat hükmünde bir yapım Pina. Zira bu şey, ne tam bir belgesel ne de tam bir film. Anbean gördüğüm her sahnenin etkileyiciliğine dair tam bir kendini verme halinde olsam da, beynimin bir köşesinde bu izlediğim şeye ne diyeceğim mevzusunu düşünüyordum izlerken. Düşünmekten kendimi alıkoyamadım diyelim. Böylesi daha dramatik ve obsesif :)

Son dönemde bu tür yapımların sayısı artmaya başladı. Sayılamayacak kadar çoğaldı hatta ama The Tree of Life'yi ve Melancholia'yı anmazsak olmaz. Gerçi Pina, The Tree of Life ve Melancholia ikilisine kıyasla kesinlikle bir belgesel. Ama bu üçü ve diğer pek çok yapım film-belgesel skalasında tam olarak nereye oturacaklarını kestirememiş durumdalar. Tabi bilinçli bir 'kestirememe' durumu bu. Zira bazı şeyler var ki, ne belgesel didaktikliğiyle ne de klasik film hikayeciliğiyle aktarılamıyor. Yeri geliyor kurgusal bir gezegeni başköşeye koymanız gerekiyor, yeri geliyor dans performanslarını yalın bir şekilde perdeye yansıtmanız gerekiyor. Bu tip belgeselvari filmlerim çoğalması sevindirici olsa da benim gibiler için iç huzuru tehdit eden bir şey yine de. Ama o kadar güzel ve şiirseller ki, normalde üzerinde duracağım kadar durmamayı başarabiliyorum sonuç olarak. Neyse bu kadar yetsin bu iç gelgit arzları :)

Efendim, dünyamız farklı bir yer gerçekten de. Ne insanlar geldiler. Bazen Thales'ti bu gelenlerin bazısı. Gündemine sorudan bombalar bıraktılar dünyanın, pimini çektikten sonra. Neredeyse 3 bin yıl olacak, hala sorduğu soruya tam bir cevap bulabilmiş değiliz. Bazen de Aristo'ydu gelenlerden bir başka bazısı. İnsanlığın gelişmesini(!) sağlayan tüm bilimleri, kendi fikir laboratuvarında ayrıştırıp sundu insanlığa. Hala içinden çıkabilmiş değiliz bize verdiği disiplinlerin. Dipsizdi verdiği şey. Belki de bu dipsizlik arızasından dolayı elinden çıkartmaya çalışıyordu kendindekileri. Ve bizler, sanki bize verdi diye düşündük bunları. Halbuki kendisini kurtarmaya çalışmış olabilir. Olur olur!?

Bu gider böyle. Çok insan geldi. Friedrich Nietzsche geldi mesela. Sağ göstermekte o kadar ustaydı ki, vurduğu sol darbeler, darbeyi alanlarca hala algılanmış değil. En azından gerekli pansumana ihtiyaç duyduklarının farkında değiller. Akan kanın belki farkındalar ama en fazla o kadar. Yapılabilen pek de bir şey yok. Belki de 'gelmiş başka bir bazı' olan Kafka'nın etkisiyle dönüştüler bu darbeyi alanlar. Ve darbeler karşısında pansuman yapılması gerekliliğiyle hemhal değiller artık. ....!?

Ve bir başka gelen; Pina Bausch. Sahneye bambaşka bir boyut getirmiş, tiyatronun derinliğine dair atfedilebilecek tüm dipsizlikleri en az bir katman daha katmerlemiş bir insan. Tiyatroyla arası uzak insanları bile dans tiyatrosuyla avlamış bir insan. Modern insan doğasını, hakkını vererek görsele dökebilmiş bir 'güncel çağ' sanatçısı. İnsan ama böyle bir insan.

Ve kıssadan hisse! Tüm bu 'gelmiş bazı' insanlar, gittiler de aynı zamanda. Artık yoklar. Gidikler. Üretim hanelerinde aktif bir hareketlilik yok bu dünyadan göçtükleri an itibariyle. Artık nefes alıp -akciğerlerine çektikten sonra!- vermiyorlar. Çok hazin ama bu insanlar bile ölmüş durumdalar. Öldüklerinden beri anlatıla anlatıla bitirilemeyen bu insanlar bile öldüler evet. Yaşadıkları zaman süresince yaptıklarıyla en değerli insanlar sıralamasının zirvesinde dolaşan bu insanlar bile 'ölükler'. (Artık anlaşıldı değil mi öldükleri!)

Yapıma dair bir şey söyleyesim de kalmadı valla. Wim Wenders, söylenmesi gerekenleri Pina'nın kurduğu kumpanyanın müritlerine güzelce söyletmiş. Farklı farklı oyunlarını(!) güzelce perdeye yansıtmış. Söylenmesi gereken her şeyi, belki şuan bile hala söylenememişleri ve belki bundan sonra da söylenemeyecek şeyleri söylemiş bir ustaya yakışır film olmuş çıkmış Pina. Hatta hafif bir ritüel havası da sezilmiyor değil yapımda. Belgesel mi film mi belirsizliğine dair yeni bir açılım yapmadan noktalamayalım bahsi :)

Black Swan'daki estetikten az biraz hoşlanmışsanız bunda öleceksiniz demektir. Sizi bulanların bulduğu tek şey de siz olmayacaksınız büyük ihtimalle. Ölmenize neden olan aşırı hazzın yüzünüzde bıraktığı o tarifsiz ifadeye de şahit olacaklardır sanırım. Öyle bir yapım Pina; 2011'den geriye elimizde kalması şans olan yapımlardan.



Not: Filmi izlemeden eve gelirken yağmur vardı. Güzelce ıslandım. Ve tüm yağmurlarda aklıma gelen bir parça var; Zaman.

Bir terennüm olur ah dudaklarımda
Gönlümde vuslatı sürükleyen hicran
Rüzgardır içimi körükleyen sevda
Bir yağmur sonrası gurbetimde akşam. 

Parçanın bu kısmı gelir her daim aklıma. Ve terennüm kelimesi yankılanır zihnimde. Eve gelip Pina'yı açtıktan sonra da, Pina'nın pek çok oyunundaki yağmur metaforuna gark olunca gözler, hele bir de üstüne gösterilerdeki anlatılabilemez ahenk... güzel bir tevafuk oldu hasılı. Öyle işte paylaşayım dedim :)

3 yorum:

  1. Bir terennüm oldu ah dudaklarımda; filmden değil, parçadan... Eski yağmurlar, eski nedametler... Parçalarımı toplayıca da filmi izlerim artık...:)

    YanıtlaSil
  2. Ben bu yazıyı atlamışım. Ne güzel demişsin. Bu insanı tanımamakla beraber yazıdan sonra çok ısındım. Hele Terennüm haşiyesi! İlk sıramda bu belgesel-film var artık :)

    Ağzına sağlık ;)

    YanıtlaSil
  3. Ne zamandır giremiyordum nete. Yazılar birikmiş, güzel olmuş :) Ellerine sağlık. İzlenecek şeyler de birikmiş :D

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...