29 Ocak 2012 Pazar

Reis Bey (1988) - Ağladıkça Anlıyorum...


"Bir şey koptu benden, bir şey; Her şeyi bir arada tutan bir şey."

Böyle söylemişti Necip Fazıl Kısakürek bir şiirinde, nedenini niçinini sadece ezoterik(!) gelişimler sağlayabilecek insanların anlayabileceği şekilde. Şükür ki anlayan, anlamasa da en azından anlama gayretiyle dolu bir nesil peydah oldu Üstad'dan sonra. Tabii Üstad'ın da katkısıyla. Gerçi Reis Bey gibi, Bir Adam Yaratmak gibi eserlerinden uyarlanan filmlerin kaliteli bir şekilde izlenebilmesini hala sağlayamamış durumda bu nesil. Ah vefa..!



Filmin yeri ayrıdır bende. VHS kasetlerin yaygın olduğu zamanlarda sık sık izlerdim. Okuldan geldikten sonra olur, top peşinde heder olduktan sonra dinlenirken olur, hafta sonları çıktığım uzun bisiklet maratonlarından yorgun argın döndükten sonra olur ... Pek çok zaman açardım filmi. Zaten kaseti pek de çıkartmazdım makineden. Hafif bir ayrılmaz ikili durumları vardı. Üçlümüz mü demeliyim? Öyle bir mazimiz vardır Reis Bey'le.

Sanırım Necip Fazıl sevgimin kaynaklarının en önemlileri arasında geliyor Reis Bey. Sakarya Türküsü'nden hemen sonra bile geliyor olabilir aslında. Zira filmdeki karakterlerin ağızları sanki birer erdem fabrikası. Her söyledikleri, kuşatma altına alınmış kale içinde bomba seslerinden çıldırmak üzere olan savaş mağlupları gibi pek çok psikolojilere girmesini sağlıyor insanın. Ve bu taarruzdan kurtulmak için de oldukça dirayetli olmak gerekiyor. Bencilliğin işçiliğiyle aldırmazlıktan dikilmiş, umursamazlıktan üretilmiş bir dirayet bu. Ne yazık ki bu dirayet, içinde yaşadığımız yüzyılda oldukça kolay elde edilebilir durumda. Ah insanlık..!

Merhamet denen şeyin güncel çağda, olsa olsa aciziyetgillerden bir şey olduğunu düşünen zihinlere karşı açılmış kutlu bir savaş hükmünde Reis Bey. "Merhamet ağızların iğrenç sakızıdır..."la başlayıp uzun uzadıya sözde adalet timsalliğini yere göğe, her fırsatta açıklayan Reis Bey'imizin, filmdeki gelişim serüveni sanırım tanıdık gelmiştir herkese. Üstad'ın kendi yaşamından eserlerine akıttığı bu kişisel yolculuk, belki de ortaya konan bu eserlerin bu kadar vurucu olmasının başlıca nedenidir. Zira üstlerine sinmiş koyu bir yaşanmışlık hissediliyor.

Reis Bey'de bu yaşanmışlık hissine bir de Haluk Kurtoğlu'nun inanılmaz performansı ekleniyor. Ortaya çıkan etkileyicilik kelimelerle anlatılmaz durumda. Reis Bey karakterini iddia ediyorum daha iyi kotaracak oyuncu çok azdır belki de yoktur. Çok büyük bir performans gerçekten. 

Kitabı okuyan ve filmi izleyen bazı kişilerce, filmin söylemine dair gerçek dışılık ithamları yapılabiliyor çoğu zaman. Çok yerinde bir itham aslında bu. Yukarıda da dediğim gibi, yaşadığımız çağ öyle bir öğütücü görevi görüyor ki, içinde bulunduğumuz buhrandan çıkış yollarını çoğu insana gerçeküstü olarak algılatıyor. Mutlak adaletin ancak sınırsız merhamet ile tesis edilebileceğine olan bu inançsızlığımız devam ettikçe daha çok boş yere idam edilen, boş yere içeride yatan, suçlu diye yaftalanan insan olur. Hepsinin veballeri de sadece o kişilere hüküm biçen şahısların boyunlarında olmaz. Aksine, tüm toplumun hatta gelmiş geçmiş tüm insanlığın boynunda olacaktır bu vebal.

Üstad'ın, Platon abimizin "bir toplumda suç varsa adalet yoktur" vecizine nazire yaparcasına "suçun olduğu yerde adaletten bahsedilebilir mi?" gibi neredeyse binlerce alıntılanacak replik ve tiradın bulunduğu bu enfes eseri illa izleyiniz. İlla tekrar ediniz. Gayrı olmayınız efendim bu eserden. Haksızlık olacak ama en azından şunu alıntı yapmazsam ölürüm. Af buyursun diğerleri;

"Ben diyorum ki her fert baş ucuna; “suçlu benim, herkes suçsuz!” levhasını asmalıdır. Ben diyorum ki yegane kurtuluşumuz herkesin herkesi affetmesindedir. Daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer. Ama görüyorum ki anlatamıyorum… Hissediyorum ama anlatamıyorum! Çocuk, “ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz…” dedi. Ağladıkça anlıyorum… Ağladıkça anlıyorum… Artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim. Hem de öylesine kaybettim ki; Amerika’da bir cinayet işlense de, dünya çapında bir ses sorsa; “katil kim?”, “benim!” diye haykırabilirim! Soğuk kış geceleri, köprü altında yatan çıplakların vebali benim boynumda, gömleğimin yakasında… İsterse çareme adli tıp baksın fakat bir hastaneye girsem de kan kanseri çeken hastalar görsem acaba onları bu hale ben mi getirdim? diye düşünüyorum.

Ben ne yaptım? Uykuda, baygınlıkta, annemin karnında, babamın kanında hangi cinayeti işledim? Hangi mukaddesi kirlettim ki kendimi gelmiş gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum? Dışımda ne arıyorlar? İçime doğru suçluyum ben! Bir de kalkmış belki kendimden birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar bütün ülkeyi sarar diye; tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum!"

Necip Fazıl'ı hakkıyla anlayabilmek ümidiyle kendisine Allah'tan rahmet dileyelim. Keşke ölmeyeydi. Keşke çok daha fazla yazaydı. Keşke insanlığa daha fazla sirayet edebileydi. Ah kader..!

4 yorum:

  1. Yemin ediyorum şu filmi ilk defa duyuyorum. Yazıdan sonra hemen izleme listeme aldım. Yazı için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Ağzına yüreğine sağlık. Ah......!

    En yakın zamanda izleyeceğim.

    YanıtlaSil
  3. Elimde bi not defteri ile izledim filmi. Gerçekten çok güzelmiş.

    Senin de alıntıladğın yere gelince pür dikkat kesildim orda. 2 defa başa aldım o kısmı.

    Hayat çok kısa. Haberdar degildim bu eserden. EyvaALLAH diyorum.
    En kutlu duygunun(Merhamet)kalbini bırakmaması duasıyla.. Bunu da bi teşekkür olarak kabul buyur. :)

    'Merhamet diğer varlıklar için dünyayı Emin bir yer kılmaktır. Merhamet seni öldürmeye gelenin sende dirilmesi demektir. Ey Merhamet! Ey kalpten kalbe giden yol! Yak kandillerini dağılsın karanlık.'

    YanıtlaSil
  4. BEN BU FİLMİ İZLEDİĞİMDE 22 YASIMDAYDIM O GUN HUNGUR HUNGUR ALAMISTIM BUGUN 46 YASINDAYIM YINE HUNGUR HUNGUR AGLADIM BASKA NE DENIRKI

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...