11 Ekim 2011 Salı

01-10 Ekim 2011 Filmleri

1-10 Ekim arası güzel filmler denk geldi. Böyle olunca birkaç filme de ayrı yazı yazdım. İlgili filmlerin başlıklarına ulaşmak için hemen alttaki film isimlerine tıklayabilirsiniz. Diğer filmlerin yorumları da başlığın devamında...

Heremakono (2002) 5 / 10
Hunger (2008) 8+ / 10
28 Days Later... (2002) 6 / 10
Submarine (2010) 7 / 10
Pirates of Silicon Valley (1999) 5 / 10
Arabesk (1989) 7 / 10


Film içinde film, tarih içinde tarih, dram içinde dram... Gerçekten kurguya, kurgudan gerçeğe...

Gezegenimizin, asırlara rağmen istikrarlı bir biçimde aynı düzende nasıl ilerlediğini, ibretli biçimde perdede görmek isterseniz izleyin bu filmi. Filmi çekenlerle, filmin asıl konusunun üzerine bina edilen hikayenin asıl müsebbiplerinin de İspanyol olması, insana farklı düşünceler zerk ediyor.

Filmin yabancı dil öğrenimine de katkısı var bu arada. İzleyen herkes bundan sonra bir kelimenin farklı bir dildeki karşılığını hayatları boyunca unutmamacasına öğrenmiş olacaklar :)

Gael Garcia Bernal normal üstü oynamış. Luis Tosar ise parıldamış. Oynamayan oyunculardan biridir zaten. Sanki normale dönünce performansı artıyor elemanın.


También la lluvia (2010); 6 / 10



İzlediğim en farklı şeylerden. Evet, şey... Klasik film algısının oldukça uzağında bir yapım. Ortada senaryo denilebilecek bir şey yok. En azından hikaye öğesi içeren bir senaryo yok diyelim.

Film, kadraja insanı alıyor ve öylece ilerliyor, ilerliyor ve ilerliyor. Sonradan fark ediyorsunuz ki, yönetmen aslında insanlardan oluşan bir katalog albümü oluşturmuş. Albümün sayfalarını teker teker çevirmesini de görüntülemiş. Olay budur.

Sonuç olarak izlenmesi gereken bir yapım olmuş çıkmış. Üstüne basa basa film demekten kaçınıyorum. Olsa olsa buna 'bariz sanat' denir. İnsanların hayatlarına bu kadar yüzeysel görünümlü derin gözlemler yapabileceğiniz çok az sayıda olanağınız olacak hayatta. Bu şeyin değerini bilin :)

Du levande (2007) 6 / 10


 

Bu tarz filmlerin ilki diye Cloverfield'i biliyordum. 2008 yılındaki bu film, diğer filmlerin aksine soyut bir vizör yerine, tamamen karakterlerin elindeki reel bir el kamerası ile gösteriyordu her şeyi. Ve tüm filmin esprisi buydu. Filmin arkasındaki isimlerden en ünlüsü de JJ. Abrams'dı. Öyle aldı başını gitti film. Ve bence bir hayli de güzeldi.

Gelelim Rec'e. Meğerse bu tarzın daha öncesi de varmış. Zira Rec'in yapım yılı 2007. Eğer yapım aşamasında fikir çalmalar vs yoksa bu film daha bir ilk oluyor. Gerçi biraz bakınırsak çok daha önceden çekilmiş bu tarz filmler bulabiliriz diye de düşünüyorum bir taraftan ama sürpriz olsun diye bakınmayacağım ısrarla :)

Filmi biraz da korku-gerilim türüyle aramı kapatmak için izledim. Güzel bir tercihte bulunmuşum sanırım. Son zamanlarda izlediğim en güzel korku filmiydi. Ürkünçlük öğeleri bile aramızı bozamadı :)

Efendim neyse, eğer korku kültürünüz varsa bu filmi kaçırmayın. Korku türünden gayet de hoşlanmayan ben bile sevdim. İzleyin ve korkun :)

[Rec] (2007) 6 / 10




Nasıl ya? Nasıl yani...?

Bu filmi bu zamana kadar erteledim ya, daha ne diyeyim kendime bilemiyorum. Gerçi kaç yıldır adam gibi bir alt yazısı olmadığından zorunlu olarak erteledim ama yine de izlememiş olmak kesinlikle hataymış. Zira film anlaşılabilir bir yapım değil. Dünyanın en iyi alt yazısı da olsa, yine tam olarak anlaşılamayacaktır ilk izlemede Days of Being Wild.

Film öyle anlatılabilecek bir yapıda da değil. Başrolde karakterlerden ziyade aşk var, belirsizlik var, umut var, umutsuzluk var. Hayattan yenen tokatların acısını, başkalarından çıkartmaya çalışılmamasına rağmen çıkartmaya çalışan bir karaktere dönüşüm var. Herkes aşıkken, mutlu tek kişinin olmaması var. Alakasızlığın zirvelerinde dolaşan final sekansı var... Var bu filmde, her şey var. Tek şey yok; renk!

Wong Kar Wai'yi nevi şahsına münhasır diye bilirdim. El-hak, öyleymiş. Helal olsun, der, büyülenmişlikle karışık şaşkınlığımı bir kere daha gururla belirtir ve puan vermeden terk-i diyar eylerim bu filmin yorumundan :)

Days of Being Wild (1990) 8 / 1 0



'7.000 dolara nasıl film çekilir' diye bir ders olsaydı, bu dersin en güzel kitaplarından biri olurdu bu film. Ne Hollywood amcanın parlak kamerası ne de oyuncularından tekinde bile fondöten (doğru yazdım inşallah) var. O kadar hayattan bir film. İnsanları perdeye bakarken ulaşamayacakları farklı diyarlara götürmektense, absürtlükle karışık bir gerçekliğin içine çekmeyi yeğlemiş Robert Rodriguez. Başarmış da.

Yıllar önce izlediğim ve sanırım absürt filmlere hayran olmamı sağlayan Desperado filminin ilk ayağını oluşturuyor aynı zamanda El Mariachi. Normalde üçlemeleri kronolojik olarak izlerim ama tabii o zamanlar bunun farkında olmadığımdan kaçmış bu üçleme. Ama çok da fark etmedi. Zira tam bir üçleme demek zor bu seriye.

Lakin bir şanssızlıkla karşılaştım. Şansıma filmi İngilizce dublajla izledim. O akıcı İspanyolca'yı duymayı beklerken nasıl hayal kırıklığı oldu anlatamam. Neyse Robert Rodriguez'in izlemediğim nadir filmlerinden birini daha izlemiş oldum sonuç olarak. Böyle aykırı tipler, sinema dahil her yerde lazım.

El mariachi (1992) 6 / 10



Yıllardan 2001, aylardan Eylül'dür. Artık 'a'bd hiçbir zaman önceki gibi olmayacaktır...

Film olabildiğine duygusal, az biraz da eleştirel. Eleştiri kısmını tutarlılık sınırlarının içinde yapmayı çok da fazla takıntı haline getirmemiş ve bu rahatlığının semeresini, olaylar karşısında değişen insan psikolojisini yansıtmada oldukça başarılı kullanmış filmin yönetmeni ve aynı zamanda senaristi de olan Thomas McCarthy.

Hayat bazen birden duruyor sanki. Bir şey oluyor ve o zamana kadar hiç farkında olmadığınız durumunuz birden ayın on dördü gibi parıldıyor zihninizde. Genellikle de bu parıldayan şey, hayatınızın (aslında tüm insanların hayatının) ne kadar da boş olduğu türünden şeyler oluyor. Sonra hummalı bir ret psikolojisine giriyorsunuz. Bazı insanlar bu noktada şanslı olabiliyorlar ve mecalleri bitmeden bu uğraşlarının gereksiz olduğunu kavrayabiliyorlar. İşte tam burada filmimiz müziği adres gösteriyor. Tabii ki aşkla harmanlanmış olanından...

Arkadaşlar basit bir politik film gözüyle de bakabilirsiniz, güçlü bir bağımsız film gözüyle de. Öyle bir film olmuş. Ben fazlasıyla beğendim. Thomas McCarthy ve Richard Jenkins güzel iş çıkartmışlar.

The Visitor (2007) 7 / 10



Olumlu eleştirisi bol bir romantik komedi diye bilirdim hep bu filmi. Evet hakikaten de öyleymiş. Uzun süresi dışında, türü bağlamında kötü gelen bir noktası olması. Unrated versiyonunu izlediğimi belirteyim. Normalden 10 dakika daha uzun.

Günümüzde zincirlerini kırıp başa güreşen oyuncuların, 7 yıl önce yan rollerde olması bile filme artı puan katmış. Ama şu Owen Wilson'a bir türlü ısınamadım gitti. Olmuyor bir türlü, ne zaman görsem soğuyorum. Lütfen başrolde oynamasın bu abi. Bakalım bu sene izlemeyi dört gözle beklediğim Midnight in Paris'teki performansı bu düşüncemi değiştirebilecek mi? Rachel McAdams da idareten oynamış.

Boş zamanınız varsa, 'ağır' filmlerden yorulmuşsanız, kahkaha atmadan gülümsemek isterseniz güzel bir tercih olabilir Wedding Crashers.

 Wedding Crashers (2005) 4 / 10



Ders gibi bir film. Sinema tarihine yapılan atıflara hayran kaldım. Ki sinema tarihinin bir de benim bilmediğim derinliğini düşününce, kaçırdığımdan emin olduğum daha pek çok okkalı atıf olmalı.

Jean-Luc Godard, gerçekten farklı bir amca. Şu yazıda anmıştım kendisini, ileride daha detaylı anmak da lazım. Bu filmiyle de yeniden büyüledi. Çok farklı bir kamera kullanımı var. Resmen içindesiniz filmin. Hani en basit ifadeyle, röntgencilik yapıyorsunuz 90 dakika boyunca. Hem de hiç tanımadığınız iki insanın iç dünyasında.

Sadece başrolümüzün Humbrey Bogart'ın o karakteristik tavırlarını, olabildiğince çocuksu ve kendine güven içerisinde hayatına indirgemesi için bile izlenir bu film. Daha bunun Jean Seberg'i var :) İzleyin izleyin :)

Breathless (1960) 7 / 10



Üzülerek söylüyorum ki, beklentilerimin aşağısında kalan bir yapım olmuş Av Mevsimi. Filmi, çok öncelerden, yaklaşık 4-5 sene önce beklemeye başlamıştım. Ama vizyona girmesiyle beraber, şu anki izlediğim şeyle karşılaşacağımı anlamış ve ertelemekte fayda görmüştüm. Artık zamanı geldi diyerek izledim. İzlememiş olmayı yeğlerdim. Zira Yavuz Turgul'a yakışmamış bu film.

Baştan söylemekte fayda var. Bunları söylerken, tamamen Tavuz Turgul perdesinden söylüyorum. Yoksa film kötü değil. Hatta Türk sineması açısından bakarsak hayli iyi bir film. Ama Yavuz Turgul işte. Yeri ayrı isimlerden. Büyük isimler böyledir. Normal işler yapınca, daha düşük çaplı isimlerden daha fazla hayal kırıklığı yaşatırlar bünyeye. Olay budur.

Şener Şen'e, Cem Yılmaz'a değinmeyi gereksiz görüyorum. İkisi de çoktan aşmış durumdalar. Ve ikisi de bu filmde harcanmışlar. Yavuz Turgul'la iş yapmak varken, senaryoya bakılması ayıptır belki ama keşke oynamasalardı. Karakterleri çok zayıf yazılmış. Senaryoda zeka ışıltısı bulmak çok zor. Biraz zorlarsam 2-3 tane bulurum. Onlar da ne yazık ki zorla hikayenin içine sokuşturulmuş ayrıntıdan öteye gidemeyen şeyler.

Türk sineması için iyi, dünya sineması için normal ama Yavuz Turgul sineması için zayıf bir filmdir sonuç itibariyle Av Mevsimi. İzleyin ama yine de :)

Av Mevsimi (2010) 5 / 10

1 yorum:

  1. Hepsi iyi hoş da Days of Being Wild ve The Visitor a yazdıkların daha bi ayrı güzel geldi. Listeme aldım hemen :) En kısa zamanda izlicem.

    Eline, emeğine sağlık.

    YanıtlaSil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...