1 Temmuz 2012 Pazar

23-30 Haziran 2012 Film Yorumları

Şöyle ki, çok dolu bir hafta yaşadım diyebilirim. Uzun zamandır bu kadar güzel bir hafta yaşadığımı hatırlamıyorum. İstisnasız hepsini öneririm. Özellikle -yorumlardan da anlayacağınız üzere- birkaç tanesini fazlasıyla öneririm. İzlemeden geçmeyiniz onları emi :)

Şöyle 1 adet müstakil yazımız var, onun dışındaki yorumlar da aşağıda;
- Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)




Oh. Ohhhh. Ohhhhhh. Şükürler olsun. Sonunda çok çok mutlu olduğum bir film izledim. Modern uyarlamalardan mıdır bilmem, alternatif zamanlı hikayeleri çok seviyorum. Var olan durumla varlığının bazıları tarafından farkedilen durumlarını ortaya çok daha net koyma fiilinin eylemlenmesi açısından önemsiyorum da aynı zamanda. Neyse girmeyelim buradan.

Çok sevdim yapımı. William Shakespeare sevgimiz zaten anlatılmaz boyutlarda. Ama bir de böyle uyarlamalarını görünce abimizi daha çok seviyor, saygı duyuyoruz. Çok büyük adam gerçekten. İkinci bir William Shakespeare'nin geleceğinden çok büyük şüphe duyuyorum. Önümüzdeki 1000-1500 yıl için en azından :)

Ralph Fiennes'in ilk yönetmenlik deneyimi aynı zamanda film. Çok ilgilenmedim bu yönüyle. Hala da ilgisizim. Zira Coriolanus olayına daha takık durumdayım. Tiyatro oyununa gitmemiştim ısrarla. Bari bunu sadece metinden bilelim diye. Ama şu filmden sonra bulup gitmeli. Bir de oyundaki tiradsal tripleri görmeli.

İzleyin. Sinemadan gerçekten hoşlananlara sesleniyorum; izletin :)

Coriolanus (2011) 8 / 10



Bazı filmler yakaladıkları prestiji zaman içerisinde kaybetmekle lanetlenirler. İlkin aldığı ödüllerle gününün parlayan yıldızları olurlar, sonradan yeni filmlerin gelmesiyle unutulmaya yüz tutarlar. Bu filmler de birkaça ayrılırlar. Bazıları bunu hakederler bazıları haketmezler en temelde. Laura haketmeyenlerden.

Film-Noir açısından çok başarılı buldum. Ciddi manada bu türün en iyi filmlerinden diyebilirim. Sebebine girmeyeyim, spoiler olması fena halde muhtemel.

Görüntü yönetmenini ayrıca kutlamalı. Çekimler çok başarılı. Aydınlık, kamera açıları vs hep seyir zevkini üste tamamlayan özelliklerdendi.

1950 öncesi siyah-beyaz filmlerin diyalog ustalığına bu filmde de rastlıyoruz. Birkaç alıntı yapmamak için zor tutuyorum kendimi ama alıntıya yer yok burada :) Onun için izleyiniz demekle yetineyim.

Son olarak, sinema tecrübem açısından kolaylıkla söyleyebilirim ki, Laura bir temanın ilk örneği durumunda. Daha eski bir örneğine rastlarsam bu tespiti güncellerim ama o zamana kadar böyle biline. Twin Peaks ve günümüzdeki The Killing gibi dizilerin üzerinde yükseldiği temanın çıkış noktası demekle yetineyim şimdilik.

Ben fazlasıyla tasvip ettim filmi. İzleyin derim.

Laura (1944) 7 / 10



Ertelediğim ve tekrarladığım filmlerden gidince böyle oluyor. Yine enfes bir film!

2007 yapımlı Shotgun Stories ile dikkatleri çeken Jeff Nichols'tan böyle bir film bekliyordum; kaliteli, sağlam, altmetni çok zengin, muğlak, yoruma açık, farklı yorumların her birine ayrı ayrı hak verilebilecek ve tabii ki oyunculuklarının hikayeye muhteşem katkısı olan...

Tahminlerimin sanırım hepsi tutmuş durumda. Özellikle de sonuncusu. Zira ben sadece Michael Shannon yardırır zannederken kadroya Jessica Chastain de katıldı sonradan. O an beklenti merkezimde gözle görülür bir hareketlilik başladı. Oyuncular üzerine ayrı yazılar yazmıyorum ama bu ablaya yazacağım. Buraya mim koymuş olayım. Çok başka oyunculardan. Şimdilik selam etmiş olalım, afiyeti devam etsin...

Efendim, üzerine çok şey konuşacak filmlerden biri Take Shelter. Bırakın izlemeyi üzerine konuşması bile ayrı bir lezzet. Hem sadece kendi üzerine de konuşulmaz, konuşulursa. Melancholia'dan girilir, Another Earth'ten çıkılır, daha hangi filmlere girilir çıkılır haddi hesabı yok. Bir ara We Need To Talk About Kevin'e bile uğrayabiliriz...

O kadar naif işliyor ki filmlerini Jeff Nichols, sanırsın yönetmen değil orkestra şefi. İstediği zaman gerilim katıyor, istediği zaman frene basıyor, istediği zaman boğuyor filmi de izleyenleri de... Çok başarılı, ciddi manada çok başarılı bir yönetmen/senarist.

İncelemesinde görüşmek üzere diyor, benden en az şu kadar puan alır diyerekten yapıştırıyorum;

Take Shelter (2011) 8 / 10



Filistin... İsrail... Vaad edilmiş cennet... Cennetler mi demeli? Malum, her halkın cenneti de, vaadleri de gani...

Susma taraftarıyım bu filmden sonra. Ama dikkat da çekilmeli. "İzlenmeli bu film" demeli. Haberi olmayanları haberdar etmeli...

Filistin'de insanlar ölüyor millet. İçeriğine girdiğim çok olmuştur. Üzerine yazılar, raporlar yazmışlığım çoktur. Ama ölüyorlar yani. Geçiniz içeriğini, ölüyorlar diyorum. Söylenecek her (herhangi bir) şey laf-ı güzaf. Durun ve ölümleri, ölenleri düşünün. Sanırım filmin en sevdiğim kısmı da şu ki, bunların yanına öldürenleri de eklemiş. Öldürmenin mantıklı/mantıksız açıklamalarının yanında mantık örgülerine de dokunmuş.

Efendim, izleyiniz. Öze dönmenin, özdekinin saflığına dairliğin, masumiyetin girdaplarında kaybolmanın vb gibi pek çok noktayla "bazı şeylerin" manasına ermek için atılmış bu yola bir adım da siz atın...

Susmak bazen tek çare. "Beyaz ekran"lar var ne mutlu ki susmaları destekleyen bir de...

Filmi çok sevdim. (Olumlu-olumsuz) eleştirmek istemiyorum. İzleyin diyorum.

Paradise Now (2005) 7+ / 10



Serde felsefe olunca bu tür (felsefe tarihiyle ucundan ilgili) filmler biraz yavan geliyor sayın okur. Çok etkileyici olduğunu kabul ediyorum ama sırf, kurgunun vuruculuğu için eğip bükülen tarihe aşina değil bazılarımız.

Neden diyorum bunu? Filmdeki Hypatia, gerçektekiyle yakından uzaktan alakası olmayan bir imaja büründürülmüş. Bizim bildiğimiz Hypatia'nın karizmasını aramakla geçirdim 127 dakikayı. Fiziki özelliklerinin benzerliği/benzemezliğine girmeyeceğim. Ama karakter olarak aklınızdakiyle uyuşmayan bir Hypatia gördüğünüzde olmuyor be ya.

Bununla beraber Rachel Weisz sevgim sebebiyle, ortaya konan Hypatia'yı da fazla eleştiremiyorum. Bu haliyle de farklı bir tad, farklı bir bağlam kazanmış karakter. Bilmeyen olduğunu sanmadığımdan spoileri olmaz bunun diyerek bir şeyler söyleyeceğim ama yine de tedbiri elden bırakmayalım biz.

Olmuş olmuş. Film olmuş. Beklediğimden sadece bir tık aşağıda olmasına rağmen çok sevdim filmi. Alejandro Amenabar'ı bildiğimizden nasıl bir film olacağını tahmin ediyordum. Zaten üstüne üstlük film Hypatia ablamızı konu ediyordu. Vurabildiği kadar vuracaktı tek tanrı inancına, Alejandro Amenabar bıdığı. Bayağı bir rahatlamıştır artık!

Anlatıma itirazım var ama filmi sevdim. Hatta yönetmeni bir hayli başarılı buldum. Aferim diyor, akıllı olmasını salık ediyoruz kendilerine; Alejandro Amenabar akıllı olsun :oleyo:

Agora (2009) 6 / 10



Nereden estiyse artık hiç aklımda olmamasına rağmen izledim bu filmi. Sanırım Joe Carnahan çekti canım biraz. Dayanamadım playledim. Bu güzel geçen haftanın nazar boncuğu da bu olsun madem, demişliğim de var :)

Film güzel. Güzel ama güzelliği biraz açılmalı. Öyle diğer güzeller gibi bir güzellik değil. Polisiye türünün banalleşmiş kalıplarından uzakta durmaya azmetmiş olması, filmin en sağlam kısmı. Bunu da bir hayli güzelce yapıyor. Kurgusuyla olsun, hele de oyunculuklarıyla olsun piyasa polisiyelerindense klasik polisiyelere daha bağlı.

Oyunculuklar ciddi manada güzel. Ray Liotta ve Jason Patric abilerimiz aşmış gitmişler. İkisinin de kredileri tavan yapmış durumda :)

Eğer şöyle sıkıldık hep aynı tarz polisçilik oynayan karizma elemanların filmlerinden diyorsanız hemen alalım filmin başına sizi. Zira tam sizlik :)

Gerçekçiliği, basitlikten kaçmaya azmetmişliği ve birkaç özelliği sebebiyle yukarı tamamlıyoruz;

Narc (2002) 6 / 10



Tekrar olduğunu belirtmem lazım öncelikle. O yüzden kısa kesebilir miyim bilmiyorum. Tabii bir de Haneke mevzusuna girmeden bitirebilirsem mutlu addedeceğim kendimi :)

Haneke (dakika 1 gol 1) böyle bir yönetmen, demek için ideal bir filmdir kendileri. Klasik kelamlar edilebilir; izleyiciyi rahatsız eder, toplumsal eleştirilerini iyice somutlaştırır vs vs... Ama şu filmi izleyip de kurgunun yalınlaştırılıp yüzleştirmeye araç edilmesini kavrayamamak elde midir acaba? Bu işi en güzel yapanlardan biri olan Haneke'nin en başarılı filmlerindendir kanımca. Hani sadece ergen trolllerin atıp tutması olsa anlarım da, bu filme sinema zevki olanların da karşı çıkmasını pek anlayamıyorum. Tamam çok da fazla yüceltmeyelim ama güzel ve de dolu film olduğunu lütfen kabul edelim dostlar :)

Neyse sanırım ispat yoluna gidip uzayacak yazı. O sebeple kısa keselim. Bence kesinlikle izlenmesi lazım filmlerden biri Funny Games. Oyunculuklar olsun, verdiği mesaj olsun, kurgusu olsun alkışları fazlasıyla hakediyor.

Ve nedendir bilinmez, tekrar etmekten bıkmayacağımı açıkça deklare etmek istiyorum :)

Funny Games (1997) 7+ / 10

4 yorum:

  1. Bu hafta dediğin kadar varmış. Ballandıra ballandıra anlatmış ve hiç sakınmadan vermişsin notları.. :P Dolu dolu bir hafta geçirmene sevindim. Darısı diğer haftaların başına. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bundan sonra tekrar ve kesin güvendiğim filmlerden gitmeyi planlıyorum. Böyle haftalarla daha fazla karşılaşacağımı umuyorum :)

      Gerçi yaz geldi. Film izleme olayı durur gibi artık...

      Sil
    2. Yoksa sen de "Sıcakta film bile izlenmiyor.." diyenlerden misin? Kuzenim hava sıcak diye benimle sinemaya gelmiyor. Sıcakta kitap okunmaz, film izlenmez.. Sadece yan gelinip yatılır felsefesiyle hareket eden bir çevrem var. Sen izlemeye devam et. Biz de okumaya.. ;))

      Sil
    3. "Yazın evde durulmuyor" diyenlerdenim daha çok sanırım :) Gezmek, konuşmak, seyr-i alem daha karşı konuşalamaz geliyor. Ama bu yaz biraz daha gayret edeceğim sanırım. En azından günde 1 film olayına itaat etmeyi planlıyorum :) Ama bir şekilde düşüyor izlenen şey sayısı. Filmler devam etse diziler/belgeseller illa kaynıyor arada.

      Sil

Yorumunuz blog sahibinin onayından sonra yayınlanacaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...